Yukarıdaki cümle, dünyada bugünkü eğitim içerikleri ve güncel kültürden öğrenilenlerle değerlendirildiğinde, muhtemelen sadece güzel ve motive edici bir cümle olarak anlaşılır, ve bunun ötesinde somut bir teori olduğu düşünülmez bile.

Ben bu yazımda ezberi biraz bozmak istiyorum. Hem bahsedeceklerime karşıt veya farklı düşünenlerin ezberini; hem de benimle aynı fikir(ler)e sahip olan ama bu fikirleri oluşturan bilgilere çok hakim olmayanların ezberini…

Başlıktaki cümleyi, biraz daha derli toplu anlatabilmek ve anlaşılabilmesi açısından, birkaç madde de anlatmayı daha doğru buluyorum. Bu yolla hem derli toplu bir anlatım hem de farklı açılara/ açılardan değinme şansını yakalamış olabiliriz.

        I.            Öncelikle bir kavramı birlikte değerlendirelim: Bütünlük…

Sanırım, bu açıdan, “Her şey aslında tek bir şeydir!” sözünü kullanırsak hiç de yanlış yapmış olmayız. Bugün adlandırabildiğimiz en makro sisteme, Evren’e yukarıdan baksak görürüz ki; evrendeki canlı-cansız varlıklar birbirinden bağımsız parçalar değil, yukarıdan aşağıya bir bütünün parçaları. Bu açıdan baktığımızda iç içe geçmiş bir sistemler bütünlüğü görebiliriz. Bir diğer deyişle her canlı-cansız yapı bir sistem olarak var olmanın yanında, daha büyük bir sistemin de parçasıdır.

Bütünlük kavramından, başlarken bahsetmemin sebebi ise, evrendeki her şeyin birbirini etkileyerek ve birbirinden etkilenerek var olduğu gerçeğini de ortaya koymak… Dolayısıyla teorik olarak şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Hz. Muhammed’in de söylediği gibi: “Ne ekersen onu biçersin!”… Evrensel, fiziki bir gerçeklik olmasına rağmen insanın her zaman fark ederek yaşadığı bir gerçek değil bu tabii ki. Geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde şöyle yazmıştım: “Dürüstlük bir erdem değildir; doğanın varoluş biçimidir”… Bahsettiğim, yukarıda yazdıklarımla aynı şeydi aslında. Her sistem (ki insan da bir sitemdir) diğer tüm sistemlere de etki yapar ve onlardan etkilenir. Bir sistemin (insanın da) bir çıktısı (davranışı) bu bütünlük içinde kaybolmaz; ve bütünlüğe öyle ya da böyle etki yapar. Ama insan bunu fark etmez! Neden? Çünkü sistem büyüdükçe ve karmaşıklaştıkça, “ekilen” ile “biçilenin” arasına zaman, mekan ve içerik farkı girebilir. Yani bu karmaşık ve devasa yapının içerisinde, kişi bugün yaptığının karşılığını hemen ve aynı şekilde almaz. O yüzden de insanlar dürüstlüğü bir erdem sanırlar. Sadece “iyi bir şey” sanırlar… Aslında olmazsa olmazdır!

Bir diğer açıdan baktığımızda, bir organ/hücre/doku ile insanın ilişkisi; insan ile evrenin ilişkisine çok benzer; hatta mekanizma açısından aynıdır. O zaman şunu söyleyebiliriz: “bir organım bana ancak rahatsızlığını bildirdiğinde ben farkına varır ve onun için çözüm arayabilir ve bulabilirim. E o zaman benim bir talebim varsa ben de ancak bunu evrene (ya da en azından konuya dair evrene (çevreye)) fark ettirirsem çözümü arayabilir ve bulabilirim”. Ne dersiniz? Ve biz bu bölümü şöyle tamamlayabiliriz: Evrenden gerçekten istersen olur!

Bitti mi? Hayır! İyice açalım konuyu…

      II.            Görecelilik, algı

Her şey görecelidir. Einstein’ın her şeyimizle içinde bulunduğumuz zaman konusundaki bulgusu, o “zaman” ın içindeki her şey için de geçerlidir. Birazdan, insan düşüncesinin fiziksel yorumlamasını da ekleyeceğiz ama bundan bağımsız bile şöyle bir anlama sorusu sorabiliriz: “Bir “şeyin” varlığını ya da yokluğunu 5 duyunuzun olmadığını varsayarak, ispatlayın!”…        Bu deneme bile her şeyin kişi için, kişinin 5 duyusu dolayısıyla var olduğunun ve anlamlandığının kanıtıdır. Nitekim 3000 yıl önce yazıldığı var sayılan ve 1963’te Kudüs yakınlarında bulunan Ölü Deniz Parşomenleri ile 20. Yüzyılın 2. Çeyreğinin başında fizikçilerin aynı cümleyi söylemiş olması da tesadüf olmasa gerek: “İnsan yeryüzünde sadece gözlemci değil aynı zamanda da katılımcıdır.”… Hatta bence Mevlana’da bu cümleyi Mesnevi’ye girişinde taçlandırmaktadır: “… Birlik dükkanı… Her varlık o dükkanda yoğrulup yapılmakta, orada sergilenmekte, satılmakta; orada yıpranıp gene potaya girmekte, yenilenmekte. Sebepler sonuçları meydana getirmekte; sonuçlar gene sebep haline gelip başka sonuçlar belirtmekte. Bu dükkanın bir ucu, dükkanı yapanın kudret elinde; öbür ucu sonsuzluğa dek gitmekte ve yine o kudret eliyle sonu ön olmakta; her an yaratılmakta. Bu dükkanın alıcısı satıcısının ta kendisi…”

Özetlersek; insan için, evrendeki her şey, insanın kendi algısıyla ve her şeyi yönlendirebilme yeteneğine sahip düşünce gücüyle vardır.

    III.            Zihinsel yapı

İnsan zihni ile ilgili öncelikle “ruh-beden-zihin” meselesine değinelim. Bize, sistemi koruma ve devamlılığını sağlama adına, belli çerçevelerle öğretilenler ya eksik ya da tamamen yanlış olabiliyor. Bu yanlışlardan biri de bu üçleme… İnsan sanki bu 3 ayrı parçadan oluşuyormuş gibi… Gerçekte ise, tek bir varlık söz konusu: Makro varoluşuyla “beden”, içindeki elektro kimyasal akım ve onun çıktıları açısındansa “zihin” diyebileceğimiz tek bir varlık…

E bir de “ruh” var. Aslında zihnin adı konamayan, yeterince ayrıştırılamayan ya da henüz anlanamayan kısmının ismi (benim bakış açımdan,aşağıda da detayını anlatacağımız bilinçdışımızın yani farkında olmadığımız zihnimizin bazı işlemleri ve çıktıları)… Dolayısıyla ben bundan sonra tek bir varlığın yönlerinden bahsedeceğim. İnsan… Ve insanı özellikle zihinsel açıdan tanımak istiyorsak aşağıda okuyacaklarınıza değinerek devam edelim.

İnsan zihni, sadece beyinden ibaret değildir. İnsan zihni bütün bedendir. Her hücre de kendi içinde bir düşünme, kaydetme, hatırlama özelliklerine sahiptir. Öyle olmasa, milyonlarca yıldır, en uyumlu olanı öğrenen ve eğer işe yarar (uyumlu) ise onu yine milyonlarca yıldır devam ettiren yapılar olmazdı, hücreler de… Veya dokunsal hafızamız en güçlü olanı olmazdı.

Burada şu anekdota değinmek önemli. Bize yıllarca okullarda anlatılan bir safsataya… Bize derlerdi ki; “elinize dokunduğunuzda, mesaj beyne gider, beyin “hisset!” der ve biz hissederiz!”… Şaka gibi değil mi? Hiç birimizin aklına gelmedi sormak: “Beyin “hisset!” deyince hissediyorsak, ondan önce dokunduğumuzda mesajın beyne gitmesi ne?”

Ben söyleyeyim ne olduğunu: İnsanın “zihin” dediğimiz açısı, aşağıdan-yukarıya ve yukarıdan aşağıya çalışan bir sitemdir. Yani bedenin her yanı birbiriyle bir emir-komuta (veya en azından ilişki) zinciriyle çalışır.

Şimdi bu yazdıklarımız ışığında insan zihnini 2 yanıyla değerlendirelim:

BİLİNÇ                                                                                   BİLİNÇDIŞI

X ile ilgilenir (tek duruma odaklanır)                                               x’ (x dışında kalan her şeyle)

Aynı anda birkaç veri                                                            Aynı anda milyarlarca veri

Farkındalıkla                                                                         Farkında olmadan

Analitik                                                                                  Sistematik

Detaycı                                                                                  Bütüncü

Korteks                                                                                  Bütün beden

Birkaç 10.000 yıldır evrilen                                                  Milyonlarca yıldır evrilen

Sadece farkında olduklarımız                                                Her an, farkında olmadan aldığımız sayısız bilgi + tüm evrimsel birikim

5-9 arası birimi işleme kabiliyeti                                          Bugünün devasa bilgisayarı x 1023

Düşünce                                                                                 Duygu – Sezgi

Süper-ego                                                                              Ego ve İd

Sosyal filtreleyici                                                                   Her şey/ Asıl

Sözlü dil                                                                                 Sözsüz dil

İnsan                                                                                      Hayvan

Yukarıdaki mini tabloda da gördüğünüz gibi, bilinç, insanı diğer hayvanlardan farklılaştıran bir

organizatörken; farkına varmadan kullanıyor olduğumuz bilnçdışı zihin ise devasa bir

bilgisayar gibi devamlı kaydeden, hesaplayan ve çıktılar üreten bir yapı… Susanna Tamarro

nun “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” sözleri aslında bu işlemcinin gücünü anlatıyor bize. İşte

bu sebeplen mantık ve duygu çeliştiğinde önce kaale alınacak olanın “duygu” olduğunu

söylüyoruz. Çünkü tekrar altını çizersek eğer; “duygu”, gayipten gelen bir şey değil, devasa

bir bilgisayarın, bu devasalık ve karmaşıklık dolayısıyla bizim ayırt edemediğimiz, belki tam

açıklayamadığımız çıktısıdır.

Yine kısaca söylersek, insan olarak da en güçlü yanımız mantığımız ve analitik kabiliyetimiz

değil, iç güdülerimiz, duygularımız ve sezgilerimizdir. Bilnçli zihnin ürünü olan düşünceler

birkaç bilgi veya düşüncenin kombinasyonuyken, duygular binlerce, milyonlarca bilgi ve

düşüncenin kombinasyonu… yani aslında diğer yandan duygu, düşüncenin aynı mekanizmaya

sahip olan daha karmaşığı ve donanımlısı…

    IV.            Düşünsel enerji

Yukarıda anlattığımız mekanizmanın içeriğine baktığımızda gördüğümüz ise, bu mekanizmanın aslında elektro-kimyasal bir makine olduğu… Hücreler arasında, Sodyum, Potasyum ve Klorun alışverişinden doğan (bir pildeki gibi) elektrik enerjisine biz bilgi, duygu, düşünce diyoruz.

O zaman bu durumda, düşünce de, duygu da enerji kütleleridir diyebiliriz. Hele ki, bilncin filtresine girmeden var olan bir bilinçdışı düşünce ya da duygunun (o müthiş mekanizmanın ve işlemliğin ürünü olarak) çok da güçlü enerji kütlesi olduğunu söyleyebiliriz. Uzakdoğuluların söyleminde olduğu gibi: “dikkate et aklından geçen olumsuz bir düşünce, Afrika da birisinin intaharına sebebiyet verebilir”… veya Pentagon un araştırmalarında olduğu gibi: binlerce mil ötede bile bazı dokuların, alındığı kişi ile aynı sinirsel tepkileri vermesi gibi…

Bu konuda verilebilecek örneklerden (araştırmalardan) bazılarını sıralayarak netleştirelim ne söylediğimiz:

  1. DNA sarmalının, dağınık duran ışık atomlarını çevresinde belli yörüngede döner hale getirmesi… DNA sarmalı 500 mil öteye götürüldüğünde bile ışık atomlarının aynı yörüngede dönmeye devam etmesi deneyi…
  2. Bir salonda sinema seyreden insanlardan alınan dokuların, yan salonda gözlenirken, alındıkları insanlarla aynı tepkileri vermesi; hatta 500 mil öteye götürüldüklerinde bile eş zamanlı olarak tepkilere devam ettikleri deney
  3. Kişinin zihinsel faaliyetinden çıkan enerjinin kendisini programlayışı ve hayata dair belirleyici oluşuna dair deneyler. Placebo deneyleri (ilaç niyetine etkisiz maddeler verildiğinde insanların ilaç gibi tepki vermesi); kendini çimde yürümeye programlayarak ateş üzerinde yürüyenler, vücutlarının bir yerinin yakılacağı söylenen ve bunun mizanseni oluşturulan durumlarda insanların bedenlerinin aslında yakıcı olmayan dokunmalara rağmen yandığı, kabardığı vs. sonuçlar edinilen deneyler. Kanser hastalığı veya başka hastalıkları dış müdahale olmadan yenenler üzerinde yapılan çalışmalar
  4. Emoto adlı Japon bilim adamının su üzerinde yaptığı deneyler… suyun sevgi ve nefret sözcüklerinden etkilendiğinin ispatı…
  5. Bitkilerin gelişiminin sevgi veya nefretten etkilendiğine dair deneyler ve eski yazıtlar
  6. Rusya, Ukrayna, ABD, İsveç, Japonya hatta Türkiye gibi ülkelerin özellikle askeri yapılanmalarının zihin ve düşünce gücü ve yönetme üzerine çalışmaları..

Daha bir çoğunu sayabiliriz, ama bu bölümü toparlayan şu önemli bilgiler topluluğu sanırım işe yarayacaktır.

Bugün, teknolojik tıp bize şunu söyleyebilir: Bir insanın bir rahatsızlığı (canı sıkkın, grip, kanser…) varsa diğer her şeyden bağımsız olarak dönüp Endokrin Sistemi’ne baktığımızda, görürüz ki Endokrin Sistemi’nde bir dengesizlik ya da yetersizlik vardır

Nedir Endokrin Sistemi? Vücutta 7 ana merkezden (hipofiz, tiroid, paratiroid, timus, pankreas bezleri, böbrek üstü bezler, genital bezler) oluşan ve sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan nöro-transmitterlerin (hormonlar) vücuttaki dengesi ve salınımını sağlayan mekanizma…

Ne ilginç değil mi? Uzakdoğu bize yıllardır (çizimleri de tam Endokrin Sistemi’nin üzerine oturan) 7 tane çakradan bahseder; ve der ki: Bir insanın bir rahatsızlığı (canı sıkkın, grip, kanser…) varsa diğer her şeyden bağımsız olarak dönüp çakralara baktığımızda, görürüz ki çakralarda bir dengesizlik ya da yetersizlik var…

Yani kısaca söylersek Endokrin Sistemi = Çakralar = Vücudun Enerji (dolayısıyla düşünsel enerji) Yönetim Merkezi…

Bakın şimdi sıkı durun! Bu bölümün sonunu bağlayalım. Japon fizikçiler son 10 yılda yaptıkları çalışmalarla, 1 cm3 kurşun metalinin, eriyik halden katı hale geçerken, 2 m2 lik alanda, enerji alanlarını düzene soktuğunu buldular. J……???? J

      V.            Enerji çalışmaları & Koçluk çalışması

Peki o zaman şimdi bütün bu bilgilendirmelerden sonra; “isteyince nasıl gerçek olur?” bunu somutlaştıralım.

Gerçek “istek” oluşturmak veya var etmek, insan hayatında, çoğu zaman farkında olmadan gerçekleşen süreçler olsa da, yukarıdaki bilgilerle bu süreçleri çözümleyip tekrar edebilmemiz mümkün. Nitekim çözümlediğimizde, görüyoruz ki, “istek” iki açıdan çalışarak var edilebilir. Bu iki açı aslında insana dair bir eşitliğin iki yanı… “İlginiz neredeyse enerjiniz oradadır”… Yani bir “istek” le  ilgili olarak enerjinizi yoğunlaştırmanın doğru yollarını bilerek enerji çalışmaları yaptığınızda da; ilginizi o istek üzerinde arttırdığınızda da aynı sonuçları alırsınız.

Yani aslında, somut düzlemde, yazarak çizerek, doğru şekilde, doğru kriterleri ele alarak yapılan hedef çalışması olan Koçluk ile, direkt enerji üzerinden yapılan enerjiyi doğru yönetme çalışmaları aynı amaca hizmet eder.

Şimdi bütün bu bilgilerin toplamında daha öz biçimde, gerçeği var etmenin kriterlerini sayalım. Yani bugün gerçek kabul ettiklerimizin, dolayısıyla hayatımızda gerçek olarak var etmek istediklerimizin de kurallarını sayalım. Bir nevi hayat modellemesi yapalım. Bugüne hayatınızda var olanların nasıl var olduğunun modelini çıkartalım ki, aynı model bu yazıyı okumanızla birlikte, isteklerinizi var etmenin de yöntemi olsun.

  1. Seçim Yasası

Hayat seçimlerimizdir. Kendimiz ve seçimlerimizin dışında sebepler arayışı, çözümsüz ve durağan hayatı da beraberinde taşır. Gerçekten; yani tüm sorumlulukları, gereklilikleri ile birlikte ve aşağıdaki 3 kuralı da kale alarak seçim yapmak, isteklere doğru yönelen yolun ilk taşlarını oluşturur. 

  1. Ölçüt kuralı

Seçtiğinizi net olarak bilmek ve ifade etmeyi içerir. Örneğin bu açıdan, “zayıflamak istemek” bir seçim değilken, “54 kilo olmak istemek” bir seçimdir. “İyi bir işe sahip olmak”, hatta “başarılı bir işadamı olmak” birer seçim değilken, “ayakkabı sektöründe, yılda 100.000 ayakkabı üreten bir atölyenin sahibi olmak” bir seçimdir.

  1. Anlam kuralı

Bir seçim ancak, kişinin içselliğine ve kendi değerlerine hitap ediyorsa gerçek bir seçim olabilir. Diğer türlü, “istediğimizi zannettiğimiz şey” olmaktan öteye gidemez. Örneğin çoğu kadın zayıflamak istediğini zanneder. Ama kendi deyişleriyle de hep bir erteleme söz konusudur. Gerçek olan şudur ki, bu kadınlar aslında içsel olarak kendilerinden hiç de rahatsız değilken, çevresel etkiler, yani eş-dost ve özellikle de medyanın da etkisiyle bütün çevrede “doğru kadın= fit kadın= güçlü kadın= vs…” bağlantısı kurulduğundan, zayıflamak istediklerini sanırlar. Ama biraz önce de değindiğimiz gibi, bir hedef eğer içsel bağlantısı yoksa hiçbir zaman gerçek olmaz. Tam tersinde, ve doğru açıda ise, içsel motivasyonunun isteği (ihtiyacı) ile yola çıkanı ise kimse geri tutamaz.

  1. Uyum kuralı

Seçimlerin en dar dairemizden başlayarak çevresel faktörlerle de uyumu, o seçimin kaderinde önemli rol sahibidir. En başta söyledik hatırlarsanız: “her şey bir bütündür ve bir üst bütünün parçasıdır”. E dolayısıyla, seçimimiz etkilenecek ve etkileyecektir. Bu hesabı da yaparak hareket etmek, seçimimizi gerçeğe yaklaştıran önemli öğedir.

  1. Şimdi Yasası

Zaman konusundaki fizik biliminin araştırmalarına hiç girmeden dahi şunu söyleyebiliriz ki; zihinsel yapı “-ecek,-acak” içeren dili ve onun içeriğini hep ileriye atar. Tüm zihinsel mekanizmanın çalışmaya başlaması, tek gerçek zaman da olur. Şimdi de… dolayısıyla dilde isteklerimizle ilgili “gelecek” dili yerine “şimdi” dilini kullanmak yine önemlidir. Bütün fizik araştırmaları ve dolayısıyla hayatı irdelediğimizde de görürüz ki “Ol” ma “Şimdi” dedir. “Gerçek” sadece “şimdi” de…

  1. Abdallık (saflık)Yasası

Burada değinmek istediğim ise, zihni abdalca kullanmak… En başta bahsettiğimiz gibi, “yüreğinin götürdüğü yere gitmek”… Bir diğer deyişle söylersek; Robin Sharma’nın deyimiyle: “Ferrarisini satanın bilge olacağı”…

Yani, insan ancak, bilinç dediğimiz kısıtlı mekanizmanın filtresine girmeden düşünebilirse (yani sadece duygularıyla); ve yine o bilincin dayattığı egosal öğelerden (sahibiyet) sıyrılabilirse, abdallaşır ve gerçek gücünü kullanabilir. Abdal’a malum olması durumu, anlattığımız sebeplerle, düşünsel enerjinin en yüksek düzeyde çalıştırılıyor olmasından kaynaklanır.

  1. Olumluluk Yasası

Ve tabii olumluluk… Dilde ve dolayısıyla, o dille yaptığımız düşünme eyleminde… çünkü hatırlayalım ki duygularımız da o binlerce kaydedilmiş düşünceden oluşur, her nasıl kaydedildilerse…

Ama burada değinmek gerekir ki; olumluluk ile kastedilen sadece iyi olmak değil (ki hormonal sistemi doğru çalıştırması açısından mutlu ve iyi olmak önemlidir) düşünmenin yönüdür.

Dostlarım; insan zihninin yapmama, kurtulma, bırakma üzerine bir mekanizması yoktur. İnsan zihni, yapam ve ulaşmaya programlıdır. Daha doğru bir deyişle diyalektiği böyledir. O sebeple de dilinizde ya da düşüncenizde, isteklerinizi, istemediklerinizin bırakılması, yok edilmesi üzerinden anlatmak ve düşünmek, sadece o istemediklerinizin var olmasını sağlar. Yani ben size “10 saniye mavi düşünmeyin” dersem, “maviyi” düşünür; “şu korkularınızdan artık kurtulun” dersem de o korkuları hayatınızda daha fazla var edersiniz. Bunun yerine bir örnek olarak doğru cümle: “artık neleri sevdiğinizi daha fazla düşünün“ olabilir.

                                   #                      #                      #                      #

Evet, sevgili dostlarım! GERÇEK; SADECE (GERÇEKTEN SADECE), GERÇEKTEN İSTEMEK DEMEKTİR !..

Kısaca bilgilerimi paylaştım sizlerle ama tabii ki sorabilecek ya da söyleyebilecek çok daha fazla detay var. Umarım keyif alarak okudunuz. Umarım, o daha fazla detayı birlikte sorgulayabilir ve öğrenebiliriz.

Aydınlık Çağı’n kaotik başlangıcına da denk geldiğimiz bu günlerde, biliyorum ki ışık ile önderlik eden sizlere ve sizlerinde daha fazla BİL mesi ve OL masına ihtiyaç duyar evren…

Işıkla ve sevgiyle…

Uzm. Psk. Kazım Yurdakul

[email protected]