Medine Savunması yakın tarihimizden günümüze, bütün Müslümanların ibretlik bir tarih aynasıdır. Bu müdafaadan kalan birçok canlı hatıra, yazışma ve belgenin yanında Ravza-yı Mutahhara’yı savunan kahraman askerlerimizin samimiyetini, son Osmanlı erlerinin ihlasını İdris Sabih Bey bir şiirle dile getirmiştir. İdris Sabih Bey şiirinde, Karahanlılar, Selçuklular, Memluk ve Osmanlılar adına duygularını Ravza-yı Mutahhara’ya gidip Fahr-i Kâinat Efendimize arz etmiştir:

Bir Ulü’l-emr idin emrine girdik
Ezelden bey’atli hakanımızsın
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın

Unuttuk İlhan’ı Kara Oğuz’u
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi’ kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize

Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur
Şımardık müjde-i sahabetinle
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur
Doyarız bir lokma şefaatinle

Nedense kimseler dinlemez eyvah
O kadar saf olan dileğimizi
Bir ümmi isen de ya Rasulallah
Ancak sen okursun yüreğimizi

Suları tükendi gülaptanların
Dinmedi gözümüz yaşı merhamet
Külleri soğudu buhurdanların
Aşkınla bağrını yakmada millet

Ne kanlar akıttık hep senin için
O Ulu Kitab’ın hakkıçün aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz

Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz
Can verir canânı veremez Türkler
Ebedi hadimü’l-Harameyniniz
Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler

İdris Sabih Bey

ÖLSEK DE RAVZA’NI RÛHUMUZ BEKLER

Yazılan ve yazılacak çok şey var…Müslüman milletler içinde peygamber sevgisinin derecesi bakımından en başta mensubu olduğumuz Türk Milleti gelir. 1000 yıldır İslâmın bayraktarlığı görevini üstlenen Türk Milleti, milyonlarca evlâdını hak yolda şehit verdi. Bunca felâkete ve mağduriyetlere rağmen başka bir kavim, bayraktarlığı devralacak liyakati henüz gösteremedi.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferinden (1517) sonra Osmanlı Ülkesine katılan Hicaz Bölgesi’nin Birinci Dünya Savaşında mağlup olmamız sonucu elden çıkması, Medine Müdafaası gibi bir kahramanlık destanının oluşmasına vesile olmuştur. Peygamber Efendimizin mübarek Ravza’sını İngilizler ve işbirlikçilerine teslim etmemek için, kuşatma altında üç yıla yakın mukavemet eden Fahreddin Paşa komutasındaki yiğit Türk askerlerinin bu şanlı mücadelesini gündeme getirmek, Kutlu Doğum Haftasının anlamına muvafıktır diye düşünüyorum.

PEYGAMBER ÂŞIKI BİR TÜRK KAHRAMANI: FAHREDDİN PAŞA (1868-1948)

İngilizlerin “Çöl Kaplanı” lakabını verdikleri Fahreddin Paşa [1], Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-18) kahramanlarındandır. 1868’de Rusçuk’ta doğmuştur. Babası Mehmed Nahid, annesi akıncı Bâlioğulları sülâlesinden Fatma Adile Hanım’dır. 1888 yılında Harbiye’yi birincilikle bitirip süvari teğmeni , 1891 ‘de kurmay eğitimini tamamlayıp kurmay yüzbaşı oldu. Bir çok cephelerde savaştı. Doğu cephesinde, Edirne’nin geri alınmasında büyük yararlıkları görüldü. 1914’de paşa olup, 1915’te Suriye’deki 4. Ordu Kumandan vekilliğine tayin edildi. Hicaz Bölgesindeki karışılıklar ve hareketlenmeler üzerine Fahreddin Paşa’ya, komutasındaki 12. Kolordu ile Medine’ye hareket etme emri verilmiştir. Ordu kumandanı Cemal Paşa’nın hataları ve İngilizler’in teşviki ile 5 Haziran 1916’da Mekke Emiri Şerif Hüseyin isyan etmiştir. Fahreddin Paşa, emrindeki kuvvetlerle İngiliz ve Fransız desteğindeki âsilerin üstün kuvvetlerine karşı harekete geçmiştir.. İngiliz ve Fransız destekli Mekke Emiri Şerif Hüseyin kuvvetlerini mağlup etmiş ve Medine’yi kurtarmıştır. Medine’yi 1916 Temmuz’undan Ocak 1919’a kadar büyük imkânsızlıklar ve sonsuz güçlükler içinde savunmuştur. 1918 yılında Ferik(korgeneral)liğe yükseltilmiştir.

MUKADDES EMANETLER

Fahreddin Paşa, Türk Milletine önemli bir hizmet daha yapmış, Medine’de bulunan “Mukaddes Emanetleri” 14 Mayıs 1917’de İstanbul’a göndermiştir. Kütüphanelerdeki kıymetli yazma eserler de beraber gönderilmiştir. Kütük kayıtlarına göre, bu hazinenin maddî değeri 10 milyon Osmanlı altınını geçmektedir.

Fahreddin Paşa ve etrafındaki bir avuç kahramanın bu savunmada gösterdikleri direnç, Türk Milleti’nin mayasındaki yiğitlik, atalarından aldıkları iman ve terbiyeden kaynaklanmaktadır. Ravza-i Mutahhara’nın Medine’de bulunması, bu askerler için farklı bir manaya gelmekteydi. Onlar vatanla birlikte Peygamber Efendimizi müdafaa ediyorlardı.En büyük manevî destekleri Ravza’da okudukları Kur’an’dı. Paşa, askerlerine yayınladığı beyannamede, İslâm tarihinden, hadis-i şeriflerden ve ulu’l-emr’e itaatten söz ediyor;
“Bizim de kutsal görevimiz, Harem-i Saadet-i Nebeviye’nin anahtarlarını, Emir’ül Mü’minîn Sultan Vahidüddin Han hazretlerine güvenli olarak teslim etmek ve Seyyid-ül Beşer’in “Yeşil Kubbe’sini kurtarmaktır.”
Kudüs’ü haçlı ordularına karşı savunan kahramanları hatırlatarak devam ediyor: “Ya, biz?…Peygamber Efendimizin (Merkad-i Mübarekleri)ni nasıl terk ve ferağ edebiliriz, Muhammed’den nasıl ayrılabiliriz?… Hazreti Allah, bizi sağlımızda O’nun kutsal hizmetinden; şehit olduğumuzda şefaatinden ayırmasın!..”

HURMA VE ÇEKİRGE TAVA

Kuvvetlerimizin en temel gıdaları Medine’de bol çeşidi bulunan hurmadır. Ancak su ve et sıkıntısı da vardır. Kuyular kazıp su çıkarmışlardır. Seferî kuvvetlerdeki subay ve erlerin protein ihtiyacı için, Fahreddin Paşa, bir emir yayınlamış; çekirgenin faziletlerini anlatmıştır. Arapların normal hayatlarında yediği ve yenmesi dinen caiz olan çekirge Türk askerinin midesini kaldırmışsa da zaruretten alışmışlardır. Paşa, subay ve erlerine örnek olmak için “çekirge tavayı” öncelikle kendisi yemiş, midesi bulansa da nefis bir yemek yiyormuşçasına haz duyduğu izlenimini vermeye çalışmıştır.

Bilindiği üzre, 30 Ekim 1918 de Mondros mütarekesi imzalanmış, harb fiilen bitmiştir. Fahreddin Paşa, emrindeki kuvvetlerin iyice azalmasına, yiyecek sıkıntısına,hastalıklara, ihanetlere ve üstlerince verilen emirlere rağmen teslim olmayı reddetmiş ve şöyle demiştir:

Şu bilinsin ki, kahraman askerlerim İslâmlığın göz bebeği olan Medine’yi son fişeğine, son damla kanına , son nefesine kadar muhafaza ve müdafaa edeceklerdir. Buna, askerce and içmişlerdir. Bu asker, Medine’nin enkazı içinde ve nihayet RAVZA-İ MUTAHHARA’nın altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe Medine kalesi’nin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden TÜRK’ün ALBAYRAĞI asla inmeyecektir….”

Uzun süredir kuşatma altındaki kuvvetlerden firarlar ve diğer sebeplerle bir hayli zayiat verilmiştir. Osmanlı Devleti mütareke ile savaşı sona erdirmiştir. Subaylardan bazıları ve kumandan vekili Miralay Necip Bey, teslim olma taraftarıdırlar. Fahreddin Paşa, Şeriflere ancak padişahın emri ile Medine’den çıkabileceğini bildirir. Nasıl olsa bu emrin gelmeyeceğini düşünmektedir. İngilizlerin gayretiyle İstanbul’dan bu talimat da getirilir. Ancak, Paşa’nın Medine’yi ve Ravza’yı terketmeye niyeti yoktur. Sonuna kadar çarpışmak ve nihayetinde cephanelikle beraber havaya uçmak düşüncesindedir. Vedalaşacağım diyerek Ravza’ya girer, sonra istirahat edeceğini söyleyerek bir odaya yerleşir. Şerifler, Paşa çıkmadan Medine’ye girmeye cesaret edememektedirler. Teslim taraftarlarına baskı yaparlar. Bir takım tertiplerle Paşa, etkisiz hale getirilir.. Gözü yaşlı bir şekilde yeşil Kubbe’ye doğru bakarak sanki, “ Görüyorsun Yâ Muhammed, ben gitmiyorum, götürüyorlar ..” demek istemiştir. Sonra kılıcını ve tabancasını hatırlar, düşmana teslim etmek istemez ve emir vererek silahlarını Hz. Fâtıma türbesine emanet eder. 10 Ocak 1919 ‘da bir otomobile bindirilerek Medine dışına çıkarılır.

Tarih şahittir ki, Müslümanlar içinde Peygamber Efendimizi en çok seven millet, Türklerdir. Allah’ın sonsuz rahmeti, bütün şehit ve gazîlerimizin üzerine olsun…

İDRİS SABİH BEY’İN DUYGULU ŞİİRİ

Yazıya başlık olarak seçtiğim ifade, Medine Müdafaasını yapan Seferî Kuvvetlerin Kurmay subayı, yedek teğmen İdris Sabih’in Peygamber Efendimiz’e hitâben yazdığı şiirin son dizesidir., Doğrudan kalbe giren-yahut kana karışan- bu dize, beni şiirden den öte bir hissiyata sevk ediyor. Bestelenmesini çok isterdim. Ne kadar samîmi, üstelik yukarıda anlatmaya çalıştığımız tablo içinde ne denli etkileyici….

ÖLSEK DE RAVZA’NI RÛHUMUZ BEKLER

“Dünya ve âhiret Efendimiz’e”

Bir ulu’l-emr idin, emrine girdik
Ezelden biâtli hâkânımızsın
Er idik sâyende murada erdik,
Dünya ve âhiret sultanımızsın…

Unuttuk İlhan’ı, Kara Oğuz’u
İşledik seni gözbebeğimize…
Bağışla ey şefi’ kusurumuzu,
Bin küsur senelik emeğimize…

Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur,
Şımardık müjde-i sahabetinle…
Gönlümüz ganîdir, gözümüz toktur,
Doyarız bir lokma şefaatinle…

Nedense kimseler anlamaz eyvâh !
O kadar saf olan dileğimizi..
Bir ümmî isen de yâ Resûlullah!
Ancak sen okursun yüreğimizi…

Suları tükendi gülâbdanların,
Dinmedi gözümüz yaşı.. Merhamet!
Külleri soğudu buhurdanların
Aşkınla bağrını yakmada millet…

Gelmemiş Türkçede Kays ü Hassan’ın
Yok bizde ne Bürde, ne Muallâka
Yolunda baş veren Âl-i Osman’ın,
Lâ’l ile yazdığı tarihten başka….

Ne kanlar akıttık hep senin için,
O Ulu Kitâb’ın hakkıyçün, aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin,
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz…

Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,
Can verir cânânı veremez Türkler…
Ebedî hâdim-ül Haremeyniniz
Ölsek de Ravza’nı ruhumuz bekler!..
Mülâzım İdris SABİH Bey

Bizleri Peygamber Efendimizin şefaatına nail eylemesini Cenab-ı Hak’dan niyaz ederim.

NOT: Fahrettin Paşa, bir tertip sonucu yakalandıktan sonra yanındaki direniş taraftarı subaylar esir edilir. İdris Sabih ve Naci Kâşif’in de aralarında bulunduğu esirler, Fahrettin Paşa ile vedalaşırlar. İdris Sabih’in alelacele yazdığı üstteki mersiyeyi hep bir ağızdan hüzünle okuyarak Yanbou’ya götürülürler. Naci Kâşif Kıcıman’ın “ O, Medine için aceleyle çok yanık bir ayrılma mersiyesi yazmıştı. Deve kafilesinde hep bir ağızdan ağlamaklı seslerle bu mersiyeyi söyleyerek Yanbuu’n-nahl’e geldik”


[1] Bu bilgileri, “Medine Müdafaası”nda bizzat bulunmuş, Hicaz Kuvve-yi Seferiyesi İstihbarat zabiti Naci Kâşif Kıcıman’a borçluyuz. Mülkiye mezunu Naci Kâşif Kıcıman (1893-1982) üç yılı esarette altı yıl askerlik, Cumhuriyet döneminde kaymakamlık ve valilik görevlerinde bulunmuştur. Yayınlanmış bir çok eseri bulunmaktadır. Bu yazı, onun “Hicaz Bizden nasıl Ayrıldı(Medine Müdafaası)”, Sebil yay. İst.1976” adlı eserinden faydalanılarak sizlere sunulmuştur. Peygamber sevgisinin zirvesine çıkmış, Türklüğün yüzünü ağartan bu kahramanlara rahmetler diliyoruz.