CHP Genel Başkan Başdanışmanı Ünal Çeviköz, “Anayasamızın 90. maddesi Türkiye’nin AİHM’in aldığı kararları uygulamakla yükümlü olduğuna dair bir hüküm içerir. Buna rağmen AİHM kararlarının uygulanmaması, Osman Kavala'nın hâlâ hakkında bir yargı kararı olmaksızın 4,5 senedir hapiste tutulması, benzer durumun Selahattin Demirtaş için devam etmesi, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki haklarının askıya alınmasına doğru yeniden ilerlemekte. Türkiye yeniden gözlem altına alınmıştır. Türkiye 2003’te bu durumundan kurtulmuş, fakat bu iktidar zamanında demokratik uygulamalar olmadığı için yeniden gözlem altına alınmıştır. Hatta önümüzdeki dönemde, belki seçimlerden önce karşımıza çıkmayabilir ama seçimlerden sonra iktidar değişmez ve bütün bu demokratikleşme adımları atılmazsa Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasına kadar gidecek bir süreç ile de karşı karşıya kalabiliriz” dedi.

CHP Genel Başkan Başdanışmanı, İstanbul Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu CHP Grup Sözcüsü Ünal Çeviköz; Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) ve Sosyal Demokrasi Derneği’nin (SDD) Adalet ve Demokrasi Haftası dolayısıyla bugün Anakara Altındağ'da düzenlediği “Cumhuriyetin 100. Yılında Demokrasimizin Geleceği ve 2023 Seçimleri” konulu panelde konuştu. Gazeteci Mustafa Balbay'ın da konuşmacı olduğu panelde Çeviköz şöyle konuştu:

“Tarihimizin en önemli seçimine doğru yaklaşıyoruz. Aslında iktidara yürüyüşümüzün 2019 yerel seçimleriyle başladığı kanaatindeyim. 2019 yerel seçimlerinde 11 büyükşehri ve şu anda Türkiye’nin GSYH’nin yüzde 50’den fazlasını temsil eden nüfusa sahip olan belediyeleri CHP olarak kazandık. Bununla birlikte iktidara yürüyüşümüze de başladık.

Demokrasinin bizim için olmazsa olmaz unsurlarından biri, yerelden ve en küçük unsurundan başlayarak demokrasiyi ülke çapında genişletmek, yaygınlaştırmaktır. Atatürk’ün de aslında, cumhuriyeti en demokratik yönetim biçimi olarak görmesi ve cumhuriyeti ilan ederken, bize en yakışan yönetim sisteminin cumhuriyet olduğunu söylemesi bundan kaynaklanmaktadır.

“YENİDEN DEMOKRATİK HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ YERLEŞTİREN BİR ANLAYIŞA SAHİP OLAMAZSAK TÜRKİYE’NİN YURT DIŞINDAKİ ALGISI OLUMSUZ ŞEKİLDE ETKİLENMEYE DEVAM EDECEK”

2002 yılından beri iktidar olan AKP, zaman içinde, demokrasi mücadelesi veriyoruz görüntüsü altında, özellikle son 10 seneden itibaren ülkemizdeki bütün demokratik gelenekleri, demokratik alışkanlıkları ve bizim anladığımız şekildeki demokrasiyi ortadan kaldıracak şekilde adımlar atmış ve bugün Türkiye’nin itibarını da demokrasi açısından hiç de olumlu olmayan bir algıya dönüştürmüştür. Demokrasi algımız bizim yurt dışındaki faaliyetlerimizi de etkiliyor. Bunu şu açıdan söylüyorum, Genel Başkanımızın da görevlendirmesiyle ben çok sık seyahat ediyorum. Özellikle CHP’nin yaklaşan seçimler hakkındaki düşüncelerini, planımızı, programımızı, dış politikayla ilgili düşüncelerimizi merak eden yabancı basın kuruluşları, yabancı parti ve kardeş partilerle temaslar kurarak anlatmaya çalışıyorum. Herkesin merak ettiği bir şey var: seçimlerden sonra iktidar olduğumuzda ne değişecek? Bunun ilk cevabını önce iç politika değişecek diyerek veriyorum. Çünkü iç politika derken demokrasiyi kastediyoruz. Eğer ülkemizde yeniden demokratik hak ve özgürlükleri yerleştiren bir anlayışa sahip olamazsak ve bunu hayata geçiremezsek hem Türkiye’nin yurt dışındaki algısı olumsuz şekilde etkilenmeye devam edecek hem de biz kendi halkımıza vadettiklerimizi ve demokrasiyi verememiş olacağız. Demokrasi ve içeride başlayacak olan adımlar her şeyden önemli diye başlıyorum.

“BU UCUBE, CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ DENİLEN SİSTEMİN DEĞİŞMELİ”

Dış politikayla ilgili değişimi, çünkü dış politika bir ülkenin kendi iç politikasının ve kendi yapısının dışarıya yansımasıdır ve aynasıdır, içerideki demokratik gelişmeler olmadıkça Türkiye’nin dış politikasının da daha demokratik ve daha Türkiye’ye yakışan, Türkiye’ye itibar kazandıran bir politika olması mümkün değildir diyorum. Nedir Türkiye’nin seçimlerden sonra iç politikada yapması gereken? Her şeyden evvel bu ucube, cumhurbaşkanlığı sistemi denilen sistemin değişmesi. Geçen sene 28 Şubat’ta altı parti, altılı masa diyerek de andığımız partiler bir araya gelerek güçlendirilmiş parlamenter sistem adlı bir belge yayınladı ve bunu kamuoyuyla paylaştı.

Bugün cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında bize dikte edilen sistem aslında bizim hep cumhuriyet boyunca ulaşmaya çalıştığımız kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldıran bir sistemdir. Tek bir otorite ve tek bir kişi üzerine hem yürütme, hem yasama, hem de yargı yetkilerinin toplanmış olması demektir. Böyle bir sistem demokratik bir sistem değildir. Bugün, parlamentonun giderek yasama görevini yerine getirmesi imkânı elinden alınmaktadır sırf bu sistemden dolayı. Çünkü cumhurbaşkanlığı kararnameleri kanunların yerine geçmektedir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ülkemizin, hepimizin yaşamını etkileyen her türlü kararlar tek bir kişinin kararıyla alınmakta ve yasama organı bununla ilgili herhangi bir inisiyatif sahibi olamamaktadır.

Kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmış olması demokratik bir sistem değildir. Tek adama dayalı cumhurbaşkanlığı sistemi demokratik olmayan bir sistemdir. Sadece yasama üzerinde tahakküm etmiyor yürütme organının başındaki Cumhurbaşkanı, yargıya da tahakküm ediyor.

“DEMOKRASİ DENİLDİĞİNDE ÖNCE KUVVETLER AYRILIĞININ HAYATA GEÇİRİLMESİ GEREKİR”

Demokrasi dendiğinde önce kuvvetler ayrılığının hayata geçirilmesi gerekir. İkinci olarak da elbette hukukun üstünlüğü. Burada da yargının, bizim anladığımız, güvendiğimiz ve demokratik şekilde işleyen bir yargı olması gerekiyor. Hukukun üstünlüğünden kastımız bu. Ama bugün Türkiye’de, hukukun üstünlüğünden ziyade üstünlerin hukuku var. Bunların hepsinin değişmesi, Türkiye hakkındaki algıyı ve Türkiye’nin yeniden bize Atatürk’ün göstermiş olduğu düstur doğrultusunda ilerleyen demokratik bir toplum olmak imkânını verecek.  Böyle bir imkâna kavuştuğumuzda yurt dışında Türkiye ile ilgili algı çok olumlu bir şekilde değişecek.

Türkiye’nin AB’ye üye olması için atılan adımlar hep CHP, sosyal demokrat bakanlar ve iktidarlar zamanında başlatılmıştır. Bugün geldiğimiz noktada, sadece AB ile olan ilişkilerimiz değil Avrupa Konseyi’nde de çok ciddi gerilememize yol açmıştır. Eğer Türkiye, seçimlerden sonra demokratik hak ve özgürlükleri tekrardan hayata geçiren, demokratik bir toplum görüntüsü verirse önümüzdeki dönemde AB ile üyelik müzakerelerimizin yeniden başlaması da mümkündür. Biz bunun için çalışacağız.

“DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARI ATILMAZSA TÜRKİYE’NİN AVRUPA KONSEYİ’NDEN ATILMASINA KADAR GİDECEK BİR SÜREÇ İLE DE KARŞI KARŞIYA KALABİLİRİZ”

Avrupa Konseyi’nin Türkiye kurucu üyesidir. Ancak Türkiye 1980 darbesinden sonra Avrupa Konseyi üyeliği askıya alınmış ve gözlem altına alınmış bir ülkeydi. 2003 yılında AB ile üyelik müzakerelerimiz başladığı zaman Türkiye’nin gözlem altındaki statüsü değiştirildi. Türkiye yeniden Avrupa Konseyi’nde birtakım haklarına kavuştu. Ama iktidarın son zamanlarda aldığı kararlar, AİHM kararlarının uygulanmaması, ki bunu özellikle vurgulamak isterim, Anayasamızın 90.maddesi Türkiye’nin AİHM’in aldığı kararları uygulamakla yükümlü olduğuna dair bir hüküm içerir. Buna rağmen AİHM kararlarının uygulanmaması, Osman Kavala'nın hâlâ hakkında bir yargı kararı olmaksızın 4,5 senedir hapiste tutulması, benzer durumun Selahattin Demirtaş için devam etmesi, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki haklarının askıya alınmasına doğru yeniden ilerlemekte. Türkiye yeniden gözlem altına alınmıştır. Türkiye 2003’te bu durumundan kurtulmuş, fakat bu iktidar zamanında demokratik uygulamalar olmadığı için yeniden gözlem altına alınmıştır. Hatta önümüzdeki dönemde, belki seçimlerden önce karşımıza çıkmayabilir ama seçimlerden sonra iktidar değişmez ve bütün bu demokratikleşme adımları atılmazsa Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasına kadar gidecek bir süreç ile de karşı karşıya kalabiliriz. Bu, bizim ulusumuzun hak ettiği bir durum değildir.

Biz bir demokratikleşme mücadelesi veriyoruz. Bugün, altı partinin bir araya geldiği ilkeler birliği aslında demokrasi birliğidir. Çünkü orada varmış oldukları sonuç, bugün Türkiye’nin demokratik olmayan bir yönetim tarzı altında sıkıntı içinde olduğu ve esas mücadelenin demokrasiden yana olanlar ile otokratik yönetimlerden yana olanlar arasında olacağı şeklinde bir kutuplaşmadan ibarettir. Bu anlayışla altılı masanın bileşenleri bir araya geliyorlar.

“30 OCAK’TAN SONRA SAYIN GENEL BAŞKANIMIZIN CUMHURBAŞKANI ADAYI OLDUĞUNUN DA AÇIKLANMASININ ZAMANI GELECEKTİR”

30 Ocak tarihinde iki önemli belgeyi altılı masa kamuoyuyla paylaşacak. Bunlardan bir tanesi, seçimlerden sonra bir bakıma uygulanması beklenen hükümet protokolü niteliğindeki bir belge ki, 185 sayfaya yakın bir belgedir bu. İkincisi de Türkiye’nin güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi, demokratikleşmesi ve bunun nasıl gerçekleşeceğine, anayasada hangi değişikliklerin yapılacağına dair yol haritasını belirleyen bir belgedir. Bu iki belgenin açıklanmasından sonra sayın Genel Başkanımızın cumhurbaşkanı adayı olduğunun da açıklanmasının zamanı gelecektir.  Ben onun büyük bir olasılıkla da şubat ayının ortalarında gerçekleşeceği kanaatindeyim.”

“BİZİM DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE HDP’DEN FARKLI BİR DÜŞÜNCEMİZ YOK”

Konuşmaların ardından soru-yanıt bölümünde Çeviköz, HDP’ye yönelik çekimserlik ile ilgili soruyu şöyle yanıtladı:

“Bugün Türkiye’de verdiğimiz mücadele, demokrasi mücadelesidir. Demokrasi mücadelesinin bütün paydaşları şu anda muhalefette. Demokrasi karşıtları da iktidarda. Dolayısıyla, AKP-MHP beraberliğini otokrasiden ve demokrasi karşıtlığından yana olanların beraberliği olarak yorumlayabiliriz. Demokrasiden yana olanlar da bütün muhalefet partileridir. Bunların iki tanesi şu anda parlamentoda.

HDP de bir muhalefet partisidir. Bizim demokrasi mücadelesinde HDP’den farklı bir düşüncemiz yoktur. Bunu şöyle hatırlatayım size. Hatırlayacaksınız, geçen sene Eylül ayında biz Genel Başkan Yardımcımız Oğuz Kaan Salıcı ile birlikte Erbil’e bir ziyaret yaptık. O ziyaret sırasında, Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) başkanı ile ve hiçbir ayrım yapmadan Irak’ın kuzeyindeki bütün siyasi partilerle görüştüm.

Bizim demokrasi anlayışımız herhangi bir şekilde ayrımcılık yapmayan ve bir ülkenin siyasi bileşenlerinin hepsine eşit mesafede durmayı gerektiren bir anlayış. Bu ziyaretten sonra çok olumlu bir geri dönüş aldık hem kendi yurttaşlarımızdan hem yurtdışındaki akraba topluluklarından. Bunun hemen akabinde, yine hatırlayacaksınız, sayın Genel Başkanımız, ‘Türkiye’nin çözmesi gereken bir Kürt meselesi vardır ve bunun çözüm için görüşülecek olan adresi TBMM’dir’ dedi. TBMM’de temsil edilen HDP yasal, meşru bir muhataptır.  

HDP’nin elbette bazı konularda Türkiye’nin gerçeklerine daha olumlu bir bakış ile kendisinin de düzeltmesi gereken bir takım yönler var.”

“BİZİM DIŞARININ DESTEĞİNE İHTİYACIMIZ YOK”

Yabancı ülkelerin muhalefete yönelik desteğinin olup olmadığına ilişkin ise Çeviköz, “Bizim dışarının desteğine ihtiyacımıza yok. Biz her şeyden önce kendi gücümüzle, kendi ulusumuzun bize verdiği desteğe ve onların demokrasi anlayışı üzerine inşa edeceğimiz bir projeyi hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bu da başarılı olacak, emin olunuz. Çünkü herkesin gördüğü bir şey var. Örneğin Gazprom’un Botaş’ın 21 milyar dolarlık borcunu ertelemesi aslında Erdoğan yönetimine verilmiş en büyük desteklerden bir tanesidir. Keza buna benzer başka adımlar da atılıyor. ABD’nin hâlâ Halkbank davasını ertelemesi, ama o elinde bir koz olarak tutuyor onu. Bizim böyle bir ihtiyacımız yok” değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: anka