Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yol yaptın eyvallah, ben niye yol yaptın dedim mi? Yolu kaça yaptın diyorum. 100 liralık yolu 500 liraya yapıyorsunuz. 400 lirayı kırışıyorsunuz. Ben o 400 liranın peşindeyim. Onu alacağım, çok büyük paralar bunlar, onların tamamını alacağız. Onun için çeteler benimle uğraşmak isterler, her şeyi yapmak isterler. ‘Kılıçdaroğlu’nun yolunu nasıl keselim?’ diye. Çünkü onlara göre bir adam istiyorlar. Onlarla hemhal olacak birisini istiyorlar, onlara bir şey sormayacak, sırtını sıvazlayacak, yeni ihaleler verecek birisini istiyorlar. O dönem bitti artık” dedi. Kılıçdaroğlu, Sinan Ateş cinayetinde polis tutanağının imha edildiği iddiasına ilişkin “Tutanağı tutanlar da hayatta eğer varsa imha, imha edenler de hayatta. Asla, delil kararttığınız andan itibaren katliamı ve katilleri koruyorsunuz demektir. Bir kamu görevlisi katilleri korumaz tam tersine katilleri yakalayıp yargının önüne çıkarır, savcının önüne çıkarır. Umarım böyle bir şey yoktur. Çünkü devlette bir şey kaybolmaz. Varsa bir tutanak alınır, bir yerde tutulur” diye konuştu.

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV’de Lider Masası programında Bengü Şap Babaeker ve İsmail Küçükkaya’nın sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu şunları söyledi:

“BİR AKADEMİSYEN ŞEHRİN ORTASINDA VURULUYOR KİMSENİN KILI KIPIRDAMIYOR”

“Açıkça konuşmak lazım ben bu iktidara güvenmiyorum. Çünkü Ankara’nın göbeğinde, Ankara’nın ortasında Sinan Ateş katledildi. Hiç kimsenin doğru dürüst sesi çıkmadı. İktidar sahipleri hiç konuşmadı, saray bütün sessizliğini hala korudu ve korumaya devam ediyor. Bu cinayetin aydınlatılması lazım dolayısıyla polisin aldığı tutanakları, tuttuğu tutanakları savcının istemi üzerine savcılığa göndermesi lazım. Savcı soruşturmasını yapıyor. Toplum büyük bir dikkatle izliyor bunu biz de sonuçta insan olarak da siyasi parti olarak da yakından izliyoruz. Olayı örtmeye çalışacaklar, başka yerlere çekmeye çalışacaklar. Aileye söz verdim. ‘Bu bizim için bir namus meselesidir’ dedim ve biz bu olay çözülünceye kadar, gerçek failler ortaya çıkarılıp, tutuklanıncaya kadar, gerekli cezaları alıncaya kadar biz bu işin takipçisi olacağız. Bu bir insani görevdir, bu aynı zamanda Türkiye’de artık demokrasinin gelmesi, farklı düşünenlerin katledilmemesi, zaman zaman çatışmalar olabilir düşünsel olarak ama bunun, al eline silahı git bunu vur, sokağın ortasında öldür, ondan sonra elini kolunu sallayarak gez. Siyasi iktidar sesini çıkarmasın, bir kişinin burnu kanadığı zaman kıyameti koparıyorlar, bir akademisyen şehrin ortasında vuruluyor kimsenin kılı kıpırdamıyor. Üstelik bir kişi, MHP milletvekilinin evinde teslim etmek istemiyor. Siz o sanığı hangi gerekçeyle evinizde tutuyorsunuz? Hangi gerekçeyle polise vermemek için çaba harcıyorsunuz? Bunlar sorulmayacak mı, bunlar sorulacak az kaldı.

“BU OLAYI BÜTÜN AYRINTILARIYLA YAZIN, DAVANIZI AÇIN. BİZLER DE TAKİPÇİ OLACAĞIZ VE ONLARIN AYNI ZAMANDA GÜVENCESİ OLACAĞIZ”

Eğer siz bir ülkeye adaleti getiremezseniz hiçbir şeyi getiremezseniz. Vurulan kişi kim olursa olsun. Yani rahmetli Sinan Ateş de vuruldu ama bir başkası da olabilirdi. Siz devlet olarak bu tür bir olaya asla izin veremezsiniz. Adaleti sağlamak zorundasınız, bu işi yapanlar hangi gerekçeyle yapıldı, arkasında hangi meseleler vardı. Bütün bunlar bütün çıplaklığıyla araştırılması, soruşturulması ve kamuoyuna sunulması gerekiyor. Siz olayı kapatıyorsunuz, olayı örtüyorsunuz. Neden? Güç başka bir yerde, güç yargıya baskı yapıyor, savcının üzerine baskı yapıyor, polislere baskı yapıyor. Buradan polislere de savcı arkadaşlara da hepsine söylüyorum. Cesaretli olun, yürekli olun, hiç endişe etmeyin bu olayı aslında onlar bütün ayrıntıları biliyorlar. Bu olayı bütün ayrıntılarıyla yazın, davanızı açın. Bizler de takipçi olacağız ve onların aynı zamanda güvencesi olacağız.

“SİZ TUTTUĞUNUZ TUTANAĞI İMHA EDİYORSANIZ BU ÇOK BÜYÜK BİR SUÇTUR”

(Polis tutanağının imha edildiği iddialarıyla ilgili) Tutanağı tutanlar da hayatta eğer varsa imha, imha edenler de hayatta. Asla, delil kararttığınız andan itibaren katliamı ve katilleri koruyorsunuz demektir. Bir kamu görevlisi katilleri korumaz tam tersine katilleri yakalayıp yargının önüne çıkarır, savcının önüne çıkarır. Umarım böyle bir şey yoktur. Çünkü devlette bir şey kaybolmaz. Varsa bir tutanak alınır, bir yerde tutulur. Siz tuttuğunuz tutanağı imha ediyorsanız bu çok büyük bir suçtur. Dediğim gibi tutanağı tutanlar hayatta, tutanağı imha edenler de hayatta, bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkar. Çünkü şundan eminim bu ülkede polis eğer bir tutanak tutmuşsa o tutanak o polisin namusudur. Onlar geleceklerdir, söyleyeceklerdir. Hangi gerekçeyle, nasıl tutanağı tuttukları, tutanaklarda nelerin olduğunu anlatacaklardır tabii.

“SİNAN ATEŞ, TÜRKİYE’NİN YETİŞTİRDİĞİ DEĞERLİ BİR AKADEMİSYEN. SİZ BUNU NASIL YOK EDEBİLİRSİNİZ? BEN SÖZ VERDİM KENDİSİNE, BU OLAYI AYDINLATACAĞIZ”

Mersin’de de benzer bir olay yaşandı. Mersin olayıyla bağlantılı bu ve ikisinin beraber ele alınıp çözülmesi ve sorgulanması gerekiyor. Biz bunların hepsini biliyoruz. Biliyoruz ama bekliyoruz. Yani savcı bakalım ne yapacak… Delilleri toplayacak, biz hepsini bütün ayrıntıları bizim hukukçu arkadaşlarımız var, temas ettiğimiz kişiler var, oturup konuştuğumuz kişiler var. Ayşe Hanım adalet istiyor. Geldi gerçekten, gözleri yaş doldu, ağladı. Sonuçta kendisini teselli ettim. Adalet istiyor. ‘Ankara’nın ortasında eşim katledildi’ diyor. Çocukları var, babasız kaldı. Şimdi bir anneyi düşünebiliyor musunuz? Hangi gerekçeyle katledildi? Bir akademisyen, bir bilim insanı çalışıyor, sevilen sayılan bir insan, ülkücü dünyanın çok sevdiği çok saydığı bir insan, tam tersine olaylara karışmak gibi değil tam tersine ülkücü camianın dünyanın gelişmesini, dünyadaki büyümeyi, gelişmeyi, teknolojiyi araştıran, sorgulayan, ‘acaba biz nasıl bir perspektifle Türkiye’yi daha ileriye götürebiliriz?’ diye düşünen, arkadaşlarıyla da konuştum, böyle bir kişi… Yetenekli bir kişi, siz bir yeteneği yok ediyorsunuz. Sinan Ateş, Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bir akademisyen, bir yetenek aynı zamanda siz bunu nasıl yok edebilirsiniz? Ben söz verdim kendisine, bu olayı aydınlatacağız.

“ŞİMDİ BÜTÜN BU GÜÇLER YANİ BEŞLİ ÇETELER, ELBETTE Kİ BÖYLE BİR ADAMI İSTEMİYORLAR. KONTROL EDEBİLDİKLERİ, PARA VERDİKLERİ, PARAYLA BESLEDİKLERİ İNSANLARI İSTİYORLAR”

Şimdi beşli çeteler dediğim devleti soyanlar. Haksız kazanç elde edenler, tüyü bitmemiş yetimin hakkını alanlar. Ben niye Cumhurbaşkanı olmak istiyorum? Sarayda oturmak için değil, tüyü bitmemiş yetimin hakkını ben sormayacaksam niye Cumhurbaşkanlığı yapayım? Devlete barışı, devlete sevgiyi getirmeyeceksem ben neden Cumhurbaşkanlığı yapayım? Devlette liyakati getirmeyeceksem, Sinan Ateş’in hakkını sormayacaksam, Emine Şenyaşar’ın hakkını sormayacaksam ben neden Cumhurbaşkanlığı yapayım? Şimdi ne kadar olumsuz, yasa dışı iş varsa hepsinin üstüne yürüyeceğim. Uyuşturucu baronları, ben o baronların burnundan getirmeyeceksem, onları bu ülkeden sürmeyeceksem ben bu ülkede niye Cumhurbaşkanlığı yapıyorum? Şimdi bütün bu güçler yani beşli çeteler, elbette ki böyle bir adamı istemiyorlar. Kontrol edebildikleri, para verdikleri, parayla besledikleri insanları istiyorlar. Kazanmak istiyorlar, dolayısıyla devleti, devletin bazı kurumlarını ele geçirdiklerini de biliyorum. Devletten beslendiklerini biliyorum, bürokratları beslediklerini biliyorum, siyaset kurumunu finanse ettiklerini, beslediklerini biliyorum.

“O 418 MİLYAR DOLARI ALACAĞIM. BU ÜLKEYE GETİRECEĞİM”

Elbette bunlar toplantılar yaparlar, ‘Kılıçdaroğlu gelmesin’ diye elli dereden su getirirler ama ben bu milletin sağ duyusuna güveniyorum. Bu millet artık, ‘bir de devleti yöneten temiz bir adam gelsin ya temiz bir adam’ cebini düşünmeyen, vatandaşın cebini düşünen, vatandaşı zengin edecek, sorunları çözecek, vatandaşın dertlerini rahatlıkla dinleyebilecek, israftan kaçınacak bir insan istiyor, sade bir insan istiyor. Şimdi buna tahammül edemiyorlar. Ben desem ki, ‘beşli çeteler oldu bitti, artık hiç hesabını sormayacağım, madem götürdün senin olsun’ hayır ben bunu yaptığım zaman ben kendimi inkar etmiş olurum. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını ben sormayacaksam niye ben Cumhurbaşkanlığı yapayım? Bunların tamamını soracağım. O 418 milyar doları alacağım. Bu ülkeye getireceğim. Bunun bir kısmı yurt dışında…

“BİZ HUKUK NEYİ GEREKTİRİYORSA, O KURALLAR İÇERİSİNDE BU MİLLETİN HAKKINI, HUKUKUNU ARAYACAĞIZ. PARAYI ALACAĞIZ, GETİRECEĞİZ”

Ben bunların yaptıkları bazı ihalelerde ihtilaf çıkarsa yurt dışındaki mahkemeler görevli. Yazmışlar yani, Türkiye’de yargılanmasın, dışarıda, biz oraya gidersek belki oralarda bir şeyler yaparız’ diye, şundan emin olun, o mahkeme kararlarına da baktık. O mahkeme kararlarıyla ilgili kitaplar yazan, yani bir devletin soyulmasıyla ilgili nasıl oluyor da o mahkemelere hangi davalar gitmiş, onlarla ilgili kitaplar yazan hocalarla da görüştüm, avukatla da görüştüm. Hiçbir uluslararası mahkeme bir devletin soyulmasına ‘evet’ dememiştir. Bütün kararlar o ülkelerin lehine çıkmıştır. Biz de hukuk yoluyla yani intikamla ben bunu yapmayacağım ya da Adalet Bakanlığı yapmayacak. Biz intikamla, kinle, öfkeyle hayır o olmayacak. Çünkü olursa bunlara benzeriz. Biz hukuk neyi gerektiriyorsa, o kurallar içerisinde bu milletin hakkını, hukukunu arayacağız. Parayı alacağız, getireceğiz.

“PARAYI KAÇIRDIKLARI YA DA GÖTÜRDÜKLERİ ÜLKELER HER ŞEYİ KAYIT ALTINA ALAN ÜLKELER, BİZİM GİBİ DEĞİL. KAYIT ALTINA ALIYOR, BANKALAR VAR, HESAPLAR VAR. BUNLARIN HEPSİNİ ÇIKARACAĞIZ ORTAYA”

Öyle herkese ihale, yandaşa şunu ver, öbürüne şunu ver, paylaşın, o da alsın paranın bir kısmını buraya versin, bir kısmını yurtdışına göndersin, yurtdışında gökdelenler yapsınlar, Muhammed Ali Clay’in çiftliğini satın alsınlar. Dünyalıklarını İngiltere’ye götürsünler. Chelse’de lüks binalar alsınlar, konutlar alsınlar, villalar alsınlar. Bunların tamamı biliniyor. Almanya dahil, buradan kaçırılan paraların nerelerde olduğunu tamamını biliyoruz tamamını… Bu konuda yurt dışında çalışan gönüllü avukatlar da var. Biliyorlar, bize söylüyorlar. Hepsi, hiç endişe etmeyin. Çünkü parayı kaçırdıkları ya da götürdükleri ülkeler her şeyi kayıt altına alan ülkeler, bizim gibi değil. Böyle çantayla falan yok. Kayıt altına alıyor, bankalar var, hesaplar var, ne zaman geldi, nasıl gitti, nereden geldi, kime geldi, bütün bunların hepsinin hesapları kitapları var. Bunların hepsini çıkaracağız ortaya, işimiz kolay değil ama kararlılıkla tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunursan, bugün milli gelirde düşüş var değil mi? 12 bin dolardan indi bilmem 9 bin dolara, kime gitti bu paralar? Kim köşeyi döndü bu paralarla? Bunların hepsi aydınlanacak.

“YOL YAPTIN EYVALLAH, BEN NİYE YOL YAPTIN DEDİM Mİ? YOLU KAÇA YAPTIN DİYORUM. 100 LİRALIK YOLU 500 LİRAYA YAPIYORSUNUZ 400 LİRAYI KIRIŞIYORSUNUZ. BEN O 400 LİRANIN PEŞİNDEYİM”

Ben projeye karşı çıkmadım. Devlette devamlılık esas, proje verilmişse o iş yapılacak zaten ama avantadan verilen paraları ben alacağım. Yani ben bunu kaça yapıyorum? 100 liraya, kaça vermişim 500 liraya, 400 lira nerede? Ben bunu bilmeliyim. Ben defalarca niye sordum, ‘bu hastaneleri kaça yapıyorsunuz?’ diye, ‘hastaneye karşısınız’ hayır efendim biz hastane yapımına karşı değiliz. Kaça yapıldı bize bilgi ver, topluma bilgi ver, toplum aydınlansın. Çünkü o parayı ödeyen fırından ekmek alan adam, vergi ödüyor. Tüyü bitmemiş vatandaş, çocuk vergi ödüyor. Benim ödediğim vergiyi nereye harcadın arkadaş, ben bunu öğrenmek zorundayım. Yol yaptın eyvallah, ben niye yol yaptın dedim mi? Yolu kaça yaptın diyorum. 100 liralık yolu 500 liraya yapıyorsunuz 400 lirayı kırışıyorsunuz. Ben o 400 liranın peşindeyim. Onu alacağım, çok büyük paralar bunlar, onların tamamını alacağız. Onun için çeteler benimle uğraşmak isterler, her şeyi yapmak isterler. ‘Kılıçdaroğlu’nun yolunu nasıl keselim?’ diye… Çünkü onlara göre bir adam istiyorlar. Onlarla hemhal olacak birisini istiyorlar, onlara bir şey sormayacak, sırtını sıvazlayacak, yeni ihaleler verecek birisini istiyorlar. O dönem bitti artık.

“TÜRKİYE YENİ BİR YOL AYRIMINA GELDİ VE BU YOL AYRIMINI SÜRATLE VE BUNU YAPARKEN DE TÜRKİYE DÜNYAYLA YARIŞACAK”

15 Mayıs’tan sonra yeni bir dönem başlayacak artık her şeyin şeffaf olduğu, devletin temiz olduğu, yurt dışından gelecek olan paraların temiz paralar olduğu, yatırımların yapıldığı, harcanan her kuruşun hesabının vatandaşa verildiği, şeffaf, kimsenin siyasete giren kişilerin zenginleşmediği, köşeyi dönmediği, herkesin görevini yaptığı, vatandaşı düşündüğü, bütün kaynakların vatandaş için, ülke için harcandığı bir dönem başlayacak. Türkiye yeni bir yol ayrımına geldi ve bu yol ayrımını süratle ve bunu yaparken de Türkiye dünyayla yarışacak. Ekonomisiyle, bilgisiyle, birikimiyle, üniversiteleriyle dünyayla yarışacak. O pozisyona artık Türkiye geçmiş olacak, teknoloji üreten bir ülke olacağız.

“DUL VE YETİMLER İÇİN NE KADAR ARTIRDILAR? EMEKLİ VEFAT EDİYOR, EMEKLİ AYLIĞI 3 KİŞİ ARASINDA BÖLÜŞÜLÜYOR”

Siz en düşük emekli aylığını 7 bin 500 yapıyorsanız, ona paralel daha fazla prim ödeyenlerin de aylıklarını ona göre artırmanız lazım. Yani 100 lira yatırana diyelim ki yüzde 70 zam yapıyorsanız, 500 lira yatırana da 500’ün üzerinden yüzde 70 artırmanız lazım. Adalet bunu gerektiriyor. Yani prim ödeme gün sayısı olarak 9 bin gün prim yatıran, 10 bin gün prim yatıran daha yüksek aylık alır, daha düşük prim yatıran daha düşük aylık alır. 7 bin 500 lira veriyorlar düşük tabii açlık sınırının altında bir rakam. Şimdi bunun eleştirilecek bir tarafı yok bu az para, asıl burada unutulan, kamuoyunun göz ardı ettiği dul ve yetimler. Mesela dul ve yetimler için ne kadar artırdılar? Emekli vefat ediyor, emekli aylığı 3 kişi arasında bölüşülüyor. 300 lira alan var aylık, 500 lira alan var, 800 lira alan var. Bunlarla bir insanın geçinme şansı yok. Onları ne kadar artırdılar? O rakamları da gizliyorlar. Onları da açıklamaları lazım. Onlara da en az hiç değilse vereceklerse 5 bin lira, 6 bin lira dul ve yetimlere vermeleri lazım, artırmaları gerekiyor.

“AKP’Lİ, CHP’Lİ DİYE BİR AYRIM YAPMADIM. BÜTÜN BELEDİYE BAŞKANLARINI ARADIM”

Şimdi deprem olduğunda Ali Öztunç Kahramanmaraş milletvekilimiz, sabah 4 buçuk, 5 arasında aradı, saati tam hatırlamıyorum. Kahramanmaraş’ta büyük bir deprem olduğunu, büyük bir yıkımın olduğunu söyledi. Ben hemen televizyonu açtım, ‘acaba nedir tablo?’ diye, Kahramanmaraş merkezli olmakla beraber çok geniş bir alanı kapsadığını gördük. Daha sonra valileri aradım, valilerden bilgi aldım. Belediye başkanlarını aradım, belediye başkanlarından bilgi aldım. Hiçbir ayrım yapmadım, AKP’li, CHP’li diye bir ayrım yapmadım. Bütün belediye başkanlarını aradım. Geçmiş olsun dileklerimi, başsağlığı dileklerimi ilettim. Arkasından belediye başkanlarımız zaten sağ olsunlar onlar hemen hazırlıklar yapmışlar, belediye başkanlarımıza bölgeye gitmeleri için ‘biz hazırlık yapıyoruz ve gidiyoruz’ diye söylediler. Ben hemen ertesi gün deprem bölgesine gittim. Felakete birebir canlı olarak tanık olduk. Ağlayanlar, sızlayanlar, çaresizliğini ifade edenler. Hiç unutmuyorum Kahramanmaraş’ta iki küçük kız çocuğu geldi, 14-15 yaşlarında kız kardeş bunlar. ‘Babam enkazın altında, çıkaramıyoruz ama sesi gelmiyor, ne olursunuz’ yalvarıyor, ‘gelin yardım edin’ diye… O ara ABB Başkanımızın, Başkanlığın ekipleri oradaydı. Onlara söyledim, ‘acaba oraya gidip bakabilirler mi, nedir, gerçekten kurtarabilirler mi’ diye…  Bir enkazda görev yapıyorlardı ABB’nin ekipleri daha sonra ben oradan ayrılmıştım. Telefon ettim, ‘ne oldu’ diye, söyledikleri şu oldu, ‘enkazın altında baba hayatını kaybetmiş’ diye… Buna benzer çok hikayeler var.

“OYSA EN GEÇ 6 SAAT İÇERİSİNDE ASKERLER SAHRA HASTANELERİNİ KURABİLİRLERDİ HER TARAFTA, KIŞ ÇADIRLARINI KURABİLİRLERDİ HER TARAFTA, SAHRA MUTFAKLARINI KURABİLİRLERDİ”

Başka bir yere gittim, orada da ‘İstanbul’dan geldim, burada akrabalarım vardı, ölenleri defnettik’ diyor. ‘Diğerlerini aldım İstanbul’a götüreceğim ama araç yok, ben bunları nasıl götüreceğim?’ diye oradan da bir Ankara milletvekilimiz vardı, onun aracına bütün şey yaptık. Dedik, ‘Sizi havaalanına götürecek, sizi uçağa bindirecek’ diye bir milletvekili arkadaşımıza onları emanet ettik. Onun dışında Adıyaman, arkasından Hatay’a, Adana, oradan Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman sonra Hatay’a geçtik. Hatay tabi depremi en şiddetli yaşayan bir kentti. Oradan gecenin ilerleyen saatlerinde Samandağ’a gittik. Belediye Başkanımızın ayağında, parmaklarında kırıklar vardı, alçıya alınmıştı. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımızın, itfaiyenin bulunduğu bir alanda toplandık. İtfaiye araçları depremin altında kalmıştı onlara tanık olduk. Oradan gece saat 1’de Arsuz’a geldik. Tabii o başlangıçta, ‘vinçler nerede’ diye gazeteler, televizyonlar da yazıyorlardı, çiziyorlardı, haber yapıyorlardı. Şehre girerken hemen hemen her yerde, araçların, tırların üzerinde vinçler gördük. ‘Ya bu vinçler burada niye bekliyor?’ diye oysa vinç bekleniyor, enkazı kaldırmak için… Sonra öğrendik ki arama kurtarma ekipleri gelmediği için vinçler oraya gitse bir şey yapamaz. Yani arama kurtarma ekibinin vinç operatörüne yol göstermesi lazım, ‘şu kolonu kaldır veya şunu kaldır’ demesi lazım. Çünkü alttaki insanları kurtarmak açısından, arama kurtarma ekiplerinin yeteri kadar olmadığı, askerin hiç olmadığını gördük. Oysa en geç 6 saat içerisinde askerler sahra hastanelerini kurabilirlerdi her tarafta, kış çadırlarını kurabilirlerdi her tarafta, sahra mutfaklarını kurabilirlerdi her tarafta…

“EKMEĞİN SURİYE’DEN GELDİĞİNİ, MALATYA’YA EKMEĞİN ELAZIĞ’DAN VE PERTEK’TEN BELEDİYEMİZİN GETİRDİĞİNİ ÖĞRENDİK”

İlk gittiğimizde su ve ekmek yoktu. Mesela Şanlıurfa’ya ya da Gaziantep şu anda çok net hatırlayamıyorum. Ekmeğin Suriye’den geldiğini, Malatya’ya ekmeğin Elazığ’dan ve Pertek’ten belediyemizin ekmeği getirdiğini öğrendik. Sonra fırınlar kuruldu, mutfaklar çok sayıda açıldı. Daha sonraki süreçte çadır tabi çadır çok büyük bir sorundu çadır. Herkes çadır istiyordu, yatacak yer yok çünkü, dışarı buz gibiydi, onu söyleyeyim yani, buz gibiydi. İnsanlar arabalarda kalıyorlar, benzin bulmakta, akaryakıt bulmakta zorlanıyorlardı biraz. Başlangıçta öyle de bir sorun çıktı. Enkazların başında, ‘devlet nerede’ diye bağıran anneler gördük, babalar gördük, çocuklar gördük. Tam bir insanlık dramı gerçekten yani insan o anları unutamıyor. Hafızasının bir yerinde kalıyor. 

“HATAY BELEDİYE BAŞKANIMIZA DA ZAMAN ZAMAN SİTEMLER OLDU. TABİ BELEDİYE BAŞKANI, BELEDİYE ÇALIŞANLARI ENKAZ ALTINDA KALMIŞ, BÜYÜK BİR TRAVMA YAŞANIYOR. OLAYIN DÜZELMESİ LAZIM”

Ben deprem bölgesinde iki kez kaldım. O gece Arsuz’da kaldık. Çok soğuktu kaldığımız yerde elbiseyle yattım doğrusunu isterseniz. Çok soğuk, üstüme iki battaniye aldım ama yani ısınma şansınız yok. İlk videoyu orada o gece saat 1, 1 buçuktu yanlış hatırlamıyorsam, depremle ilgili iktidarın çaresizliğini, oradaki kaosun, devlet dediğiniz kurumun deprem bölgesinde olmadığını gördüm ve bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu, askerin süratle alana girmesi gerektiğini ifade ettim. Uzun bir videoydu. Sonra diğer arkadaşlar, sabah erken kalktık tabi zaten yatmadık o gece soğuktan, sabah kalktığımda bütün milletvekili arkadaşlarım da aynı pozisyonda onlar da elbiseyle yatmışlar ama hepsi son derece soğuk şartlarda, ertesi gün döndük Ankara’ya sonra tekrar ben deprem bölgesine bir daha gittim. Hatay Belediye Başkanımıza da zaman zaman sitemler oldu. Tabi belediye başkanı, belediye çalışanları enkaz altında kalmış, büyük bir travma yaşanıyor. Olayın düzelmesi lazım.

“CHP’Lİ BELEDİYE DİYE NİYE ENGELLİYORSUNUZ? EKMEK GETİRECEK, SU GETİRECEK, MUTFAK KURACAK”

10 şehirde 11 büyükşehir belediye başkanımızı koordinatör olarak görevlendirdik. Hatay’a örneğin İstanbul, Kahramanmaraş’a Ankara gibi Antalya bir başka yerde, Eskişehir bir başka yerde, Muğla bir başka yerde ve onların altındaki CHP’li belediyeler de görev yaptılar. Başlangıçta bizim belediyelere bazı zorluklar çıkardılar. Ya arkadaş CHP’li belediye diye niye engelliyorsunuz? Ekmek getirecek, su getirecek, mutfak kuracak. Sıcak çay içirecek yani bu insanlara… Engel olmanın mantığını anlamak gerçekten son derece zor. Hele o koşullarda, bir kişiye bir bardak su vermeniz bile olağanüstü bir olay, bu tür olaylar da oldu. Hatay havaalanına uçak inmiyordu. ABB’nin ekipleri havaalanına uçakların inişlerini hazır hale getirmek için çalıştılar. ‘Vay efendim orayı biz yapıyoruz’ ABB Başkanlığı’nın unvanı yazılan yerlerine bantlar yapıştırdılar oraya bezler astılar kimse görmesin diye, çocukça işler çocukça, devleti yönetmesini bilmiyorlar. Devlet böyle yönetilmez. Orada herkes can derdinde, A partisi, B partisi mi olur orada? Ben gittim hiçbir ayrım yapmadan İzmit Büyükşehir Belediyesi’nin de bir yeri vardı onlar da bir çadır kent kurmuşlardı onları da ziyaret ettim. Belediye Başkanı’na teşekkür ettim, verdiği hizmetler dolayısıyla, ayrımcılık yapılır mı Allah aşkına? Bunlarda devlet yönetimi yok. Devlet nedir bilmiyorlar. ‘Her şey bize aittir’ diyorlar.

“ACI OLAN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ BAŞ SAĞLIĞI DİLEMEDİ KIBRIS’A, AKIL ALACAK ŞEY DEĞİL. NASIL BAŞSAĞLIĞI DİLEMEZSİNİZ”

Isias Otel’de Mağusa’nın şampiyon çocukları, şampiyonlar takımı orada, gencecik çocuklar enkazın altında kaldılar ve hayatlarını kaybettiler. Enkazın başına Kıbrıs’tan aileler geliyor ama Türkiye’den enkazı kaldıracak kişi bulamadılar. Anneler bunu anlatırken her birisi göz yaşlarını tutamadılar. Akıl alacak şey değil. Biz Kıbrıs’tan o zorluklarla Adıyaman’a gittik. Adıyaman’da otele gittiğimizde baba anlatıyor, ‘enkaz kaldırmak için beton un oluyor elimizde, un gibi dağılıyor’ diyor. Büyük bir acı, her birisini tek tek ziyaret ettim. Tek tek baş sağlığı ben ve milletvekili arkadaşlarım, Kadın Kolları Genel Başkanı da dahil olmak üzere ziyaret ettik, başsağlığı diledik. Acı olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti başsağlığı dilemedi Kıbrıs’a, akıl alacak şey değil. Nasıl başsağlığı dilemezsiniz? Benim ne yapmamı istiyorsunuz? diye sordum. Tek kelime, ‘Adalet istiyoruz, çocuklarımızın hakkını istiyoruz’ diyorlar. ‘Suçlular sonuna kadar cezalandırılsın’ diyorlar. ‘Avukatlardan oluşan gönüllü bir ekip’ dedim. ‘Türkiye Barolar Birliği de Adıyaman Barosu da Maraş Barosu da diğer barolar da sizin çocuklarınızın hakkını savunmak için her türlü mücadeleyi yapıyorlar, bu konuda emin olun’ dedim. Biz de parti olarak her türlü desteği veriyoruz. ‘Avukat milletvekilleri, hukukçu milletvekilleri bu davaları izliyorlar’ diye kendilerine de ifade ettim. Onlara söz verdim, ‘o çocuklar adına biz bir vakıf kuracağız’ dedim. O vakıf gönüllüler vakfa bağışta bulunacaklar, vakfın güzel gelirleri olacak ve o çocuklar adına yüzlerce çocuğa burs vereceğiz. Onları yaşatmak zorundayız, anılarını yaşatmak zorundayız.

“MALUM BU MEŞHUR VAKIFLARDAN BİRİSİYLE İLGİLİ OLAN BU İSİAS OTEL, ASLINDA YAPILMAMASI, YIKILMASI GEREKEN BİR BİNAYI SİYASİ GÜCÜNÜ KULLANARAK DIŞARIYI ÇOK GÜZEL YAPTI BADANASI, BOYASI, PARLAK BİR OTEL OLARAK ÇIKTI ORTAYA. AMA İÇİ KOF, UFAK, DEPREMDE TAMAMEN ÇÖKTÜ”

Bizim Mağusa tabi bu çocuklar hayatlarını kaybeden çocuklar, Mağusa’nın en çalışkan, en zeki çocukları belli bir okuldalar bunlar ve Kıbrıs’ta şampiyonlar. Türkiye’de de eğer şampiyon olabilirlerse uluslararası yarışmalara katılacaklar. Bir anne gözyaşını tutamayarak şöyle söyledi, ‘o kadar sevinçle gittiler ki VIP’ten geçmişler uçağa binerken, bunu çocuklar kendilerine önem verildiğini, değer verildiğini görmüşler’ dedi. Anne, babaların gözünde çok değerli tabii, çocuklar, evlatlar öyledir zaten ama devletin de kendilerine değer verdiğini, önem verdiğini, çalışkan olduklarını, sporcu olduklarını fakat hayatları maalesef sona erdi, acı bir şekilde… Malum bu meşhur vakıflardan birisiyle ilgili olan bu İsias Otel, aslında yapılmaması, yıkılması gereken bir binayı siyasi gücünü kullanarak dışarıyı çok güzel yaptı badanası, boyası, parlak bir otel olarak çıktı ortaya ama içi kof, ufak depremde tamamen çöktü. Otel tümüyle çöküyor. Önce gizli kararı getirmek için bir teşebbüste bulundular. Kıyamet kopunca, sivil toplum örgütleri, bizim milletvekillerimiz falan, ‘hayır gizli kararı almıyoruz’ diye… Aileler de ‘Nasıl olur da gizli kararı alırlar?’ Böyle bir olayın varsa suçluları yargılanması lazım, savcının harekete geçmesi lazım.

“O KADAR BÜYÜK ACILAR YAŞANDI Kİ İNSANLAR DONARAK ÖLDÜLER. ARAMA KURTARMA EKİPLERİNİ DİNLEYİN, İNSANLARIN NASIL DONARAK ÖLDÜĞÜNÜ, DONARAK ÖLEN İNSANLARIN O ENKAZIN ALTINDAN NASIL ÇIKARILDIĞINI”

Devlet dediğiniz kurumda liyakatli kadrolar bunu biliyor zaten, ne yapılması gerektiğini… Şimdi fay hattının nereden geçtiğini hepimiz biliyoruz. Artık biz de neredeyse deprem uzmanı olduk. Kahramanmaraş’ta yanlış hatırlamıyorsam 7,7 büyüklüğünde bir depremin olacağını ve bu deprem sonucu kaç binanın yıkılacağını, ne kadarlık bir can kaybının ortaya çıkacağını zaten yazmışlar, rapora yazmışlar bunu, tatbikatı oldu bunu… Şimdi devletin kadroları bunu biliyor ama kadroları harekete geçirecek, kaynak ayıracak olan kadrolar değil, siyasi otorite… Siyasi otorite bunları almış görmezlikten gelmiş atmış bir köşeye raporları… AFAD’ın raporları var. Arama kurtarma dediğimiz, deprem anında, bir felaket anında nelerin olması gerektiğine ilişkin 1999 depreminden sonra TSK’da özel eğitilmiş birlikler oluşturulmuş, bir tabur var afet taburu oluşturulmuş. Ya nasıl olur da askere talimat vereceksiniz, asker alana inecek ama talimat vermiyorsunuz. O kadar büyük acılar yaşandı ki, ya insanlar donarak öldüler. Arama kurtarma ekiplerini dinleyin, insanların nasıl donarak öldüğünü, donarak ölen insanların o enkazın altından nasıl çıkarıldığını, bütün bunların sorumlusu kim Allah aşkına kim? Devleti yönetenler değil mi Allah aşkına, devleti yönetiyorlar bunlar. Devletin nasıl yönetilmesi gerektiğini bilmiyorlar.

“KIZILAY DEDİĞİNİZ BİR KURUMU YOK ETTİNİZ”

Sen ‘Yüzyılın felaketi’ diyorsun. ‘Yüzyılın katliamı’ çıktı ortaya… Siz devlet dediğiniz kurumu çalıştırmadınız. AFAD dediğiniz bir kurumu körelttiniz. Kızılay dediğiniz bir kurumu yok ettiniz. Tepeden tırnağa yok ettiniz. Orayı rant alanına dönüştürdünüz. Vali eli kolu bağlı, ne yapacak vali? Vali tek başına validir orada… Deprem bölgesinde, gittim Adıyaman’da konuştum iş dünyasıyla hem depremzedeleri ziyaret ettim hem de bölge nasıl yaralar sarılabilir? ‘İnsanlar kenti terk ettiler, bu insanlar nasıl gelebilir’ konuştum. Adıyaman’da Ticaret Sanayi Odası Başkanı dedi ki, ‘Eğer önlem alınmazsa, o depremden sonra bir de ekonomik deprem yaşayacağız’ dedi. Mühendisi kenti terk etmiş, mimarı terk etmiş, avukatı terk etmiş, entelektüel kenti terk etmiş, gelir düzeyi iyi olanlar kenti terk etmişler. ‘Kent kent olmaktan çıktı’ diyor.

“CUMHURBAŞKANI OLDUĞUMDA İLK YAPACAĞIM İŞLERDEN BİRİSİ KIZILAY’I TEKRAR ESKİ SAHİPLERİNE YANİ GÖNÜLLÜ OLARAK ÇALIŞANLARA, KIZILAY’I RANT ARACI OLARAK GÖRMEYEN AMA KIZILAY’I TOPLUMUN YARALARINI SARAN BİR KURUM HALİNE DÖNÜŞTÜRENLERE KIZILAY’I YENİDEN TESLİM EDECEĞİZ”

Kızılay’ı eski ruhuna kavuşturacağız. Kuruluş amacı neyse o kuruluş amacına uygun Kızılay’ı yeniden yapılandıracağız. Ben geçmişte Kızılay’da illerde görev yapmış başkanlarla ve Kızılay’ın tepe noktasında görev yapmış kişilerle bir araya geldim. Onlarla oturdum, konuştum ve onlara söz verdim. ‘Allah nasip ederse Cumhurbaşkanı olduğumda ilk yapacağım işlerden birisi Kızılay’ı tekrar eski sahiplerine yani gönüllü olarak çalışanlara yani bu topluma yardım yapmak için herhangi bir olay olduğunda gönüllü olarak koşan ve o yardımları yapanlara, Kızılay’ı rant aracı olarak görmeyen ama Kızılay’ı toplumun yaralarını saran bir kurum haline dönüştürenlere Kızılay’ı yeniden teslim edeceğiz. Siz bir yardım kuruluşunu nasıl getiririz de 5 maaş, 6 maaş, 10 maaş alan adamlara teslim edersiniz? Nasıl olur da Kızılay çadır yapamaz? Çadır fabrikası var. Nasıl olur da yapamaz? AFAD’ın görevi çadırcılık değildir. AFAD, Kızılay’ı yok edip, Kızılay’ı kendi bünyesine katmak istiyor. AFAD’ın ne çadırı olur ya? AFAD’ın görevi felaketlerden sakınmanın önlemlerini almaktır. Sakınacaksınız, deprem olduktan sonra görev Kızılay’da, görev orduda, görev başkalarında… Siz depreme dayanıklı binaları nasıl yaparsınız? Depremden sakınmak için yaparsınız. Dere yatağına niçin ev yapmazsınız? Çünkü sel geldiği zaman sakınırsınız, dersiniz ki ‘buraya bu binayı yapma’. Sakınma ile felaketi karıştırıyor bunlar. Sakınmıyorlar, hiçbir önlem almıyorlar, felaket oluyor hep beraber koşalım. Kardeşim Japonya’da deprem oluyor da niye bir kişinin burnu kanamıyor? 50 bin kişi hayatını kaybetti. Ya bir Allah’ın kulu çıkıp sorumluluk almadı ya… ‘Bu işin sorumlusu benim, burada bir hata yaptık’ demedi. Böyle bir tablo dünyanın hiçbir ülkesinde yaşanmamıştır. Böyle bir garabet olmaz. 50 bin kişinin günahı kimin boynuna Allah aşkına?

“BEN SANA EV YAPTIM AMA SEN MEZAR SATIN ALDIN. PARAYLA SİZ BUNLARI SATAMAZSINIZ. SİZ DEPREMZEDELERE, YIKILAN EVLERİ, DÜKKANLARI, AHIRLARI PARAYLA SATAMAZSINIZ. ANAYASA’YA AYKIRIDIR”

Bakın ben depremzedelere gittim. Bunlar hemen koştular, tekrar inşaat, yine yandaşlara… İnşaat yapın eyvallah itirazım yok. Diyor ki, ‘Evi yapacağız, 2 yıl süreyle senden para almayacağız ondan sonra 20 yıl taksitle sana bu evi satacağız’ bu ne demektir? Bir, ben sana ev yaptım ama sen mezar satın aldın. Parayla siz bunları satamazsınız. Siz depremzedelere, yıkılan evleri, dükkanları, ahırları parayla satamazsınız. Anayasa’ya aykırıdır. Çok açık, açalım. Şimdi madde ‘Konut Hakkı’ yani herkesin bir ev sahibi olma hakkı var. Anayasa madde 57, bunu açık ve net söylüyor. ‘Devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını bir planlama çerçevesinde’ fay hattı geçiyor mu, dere yatağı var mı, yok mu bütün bunları gözetecek. ‘Konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır.’  Kim alacak, devlet alır. Siz fay hattı üzerine ev yapılmasına, dükkan yapılmasına, alışveriş merkezi yapılmasına izin veriyorsanız görevinizi yapmamışsınız demektir.  Gelelim ikinci konuya, bir müteahhit bir apartman yapacak, daireleri de satacak. Bir müteahhit bir yerde inşaat başlarken 23 ayrı belge düzenleniyor. Mimarı var, mühendisi var, jeoloji mühendisi var, inşaat mühendisi var, jeofizik mühendisi var, harita mühendisi var, şehir plancısı var, mimarı var, elektrik mühendisi var. Bunların hepsinin bu 23 belgede imzası var. Bu ne demektir? Devlet diyor ki, ‘ Sen ey müteahhit bunu yaparken bu 23 kişinin imzasını alacaksın.’ 23 ayrı belge düzenleniyor toplam 42 imza, daireyi satın alanın tek bir imzası var tapuda, gidiyor diyor ki, ‘devlet bu binanın yapılmasına izin verdi, bu bina depreme dayanıklı, bu binayı ben rahatlıkla alabilirim, bütün kontroller yapıldı, mimarı, mühendisi, kontrolörü hepsi imza attılar, devlet baba bana sağlam bir bina var, bunu satın alabilirsin dedi ben de gittim paramı ödedim burayı satın alıyorum, tapuda da imzaladım.’ Tek imzası var. Şimdi AK Parti hükümeti diyor ki, yani Erdoğan diyor ki, tek kişilik hükümet diyor ki, ‘bunların tamamı oldu, izin verdik, sen gittin imza attın, aldın ama bu bina depreme dayanıklı değilmiş. Şimdi sana yeni bir ev yapacağım. Bu evi sana satacağım. 20 yıl taksitle sen bunun parasını ödeyeceksin, gel helalleşelim.’

“ARKADAŞLARA TALİMATI VERDİM, BU BÖLGEYLE İLGİLİ BİR YASA TASLAĞI HAZIRLAYIN, SONRA ALTI LİDER BUNUN ÜZERİNDE OTURUP KONUŞACAĞIZ, ANLAŞACAĞIZ VE BU BÖLGE İÇİN ÖZEL BİR YASA ÇIKARACAĞIZ”

Benim ne günahım var? Helalleşme nasıl olur? Helalleşme şöyle olur, ‘Arkadaşlar biz bir hata yaptık. 42 kişi imza attı. 23 ayrı belge düzenledik, bu belgelerin tamamı sahteymiş, bu binaların hiçbirisi depreme dayanıklı değilmiş, bu binalara izin vereni ben hesabını soracağım, devlet olarak, hükümet olarak hesabını soracağım ama senin evin yıkıldı, çoluk çocuğun depremin altında kaldı, dükkanın yıkıldı, ahırın yıkıldı, hayvanların ahırın altında kaldı, çok sayıda can kaybı oldu. Ben sana ev yapacağım. Dükkanını yapacağım, ahırını alacağım, senden bir kuruş dahi almayacağım. Sosyal devlet olarak görevimi yapacağım ama can kaybı geri gelmez gel seninle helalleşelim.’ Adama bu ev depreme dayanıklıdır diye satıyorsun, adama mezarını satın aldırtıyorsun, bina yıkılıyor, binanın altında çoluk çocuk kalıyor. Bütün kabahat idarede, adama diyor ki, ‘şimdi sana ev yapacağım bir de sana bunu taksitle satacağım’ diyor. Bu kadar yüzsüzlük olmaz onun da hükmü var Anayasa’da, 125’inci madde 7’nci fıkra, ‘İdare yani devlet, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemek zorundadır’ Kardeşim bu 23 belgeyi dükkanı satın alan mı imzaladı? Hayır. Bu 23 belgeyi, evi satın alan mı imzaladı? Hayır. Bu 23 belgeyi kim imzaladı? İdare imzaladı. Onların yetkilileri imzaladı. Ben vatandaş olarak evim yıkıldı, sorumlusu kim? Ben değilim. Devlet dedi ki, ‘bu bina sağlam’ öyle sağlam ki 42 tane mimar, mühendis, inşaatçı bunların tamamı imzaladı, ‘sağlamdır’ diye… Allah nasip eder, sözüm söz. Cumhurbaşkanı olduktan sonra evi yıkılan, dükkanı yıkılan, ahırı yıkılan, sadece burada değil başka depremlerde de hiç kimseden bir kuruş para alınmayacak. Hepsinin evi yapılacak ve teslim edilecek. Devlet dediğiniz kurum budur. Vatandaşına sahip çıkacak. Bunu yapmadığınız zaman devlet olarak görevinizi yapmamışsınızdır. Sen devlet olarak adama mezar satmışsın bir de diyorsun ki, ‘bana para ver’ Ne parası ya? Bakınız evi yıkılmış, iş yeri yıkılmış, dükkanı yıkılmış, bankaya borcu var. ‘Efendim borcunu ödeyeceksin’ Ya dükkan yıkılmış kardeşim, bankaya nasıl ödeyeceğim ben bu parayı? Bu bölge için özel bir yasa çıkaracağız. Biraz sabretsinler. Arkadaşlara talimatı verdim, bu bölgeyle ilgili bir yasa taslağı hazırlayın, sonra altı lider bunun üzerinde oturup konuşacağız, anlaşacağız ve bu bölge için özel bir yasa çıkaracağız.”

Kaynak: anka