Dil yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda insanın her boyuttaki kimliğini belirleyen önemli ve o kadar da değerli bir olgudur.
Düşünmek, düşündüğümüzü anlatmak; yaşadığımız çevrede ortak değerleri paylaşma aracı olarak kullandığımız dil, bir ulusa ait kimliğinde önemli bir göstergesidir aynı zamanda. Hatırlarım İngiltere’de akademik çalışmalar için bulunduğum dönemde bir süre sonra kendimi koca ülkede yalnız hissetmeye başlamıştım. Kimseyle kendi dilimi konuşamıyordum ve bende ülkemi, insanımı, ailemi, sevdiklerimi ve hatta sevemediklerimi bile özlemeye başlamıştım. Özlem o kadar büyük boyuta gelmişti ki, gece yarısı rehberden bir Türk lokantası aradım ve kendi insanımdan birisiyle konuşma ve aynı zamanda bir şeyler yeme bahanesiyle kebapçıya gittim. Oraya gidince o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Yabancı bir ülkede tanımadığım ama benim dilimi konuşan benim insanımla birlikte olmak özlemimi gidermeye yetmişti bile.
Kendi ülkemizde bunların önemi yok belki. Hatta o kadar kanıksıyoruz ki bazı şeyleri. Yokluğu kapıya gelince hissetmeye ve önemini anlamaya başlıyoruz. 
Dolayısıyla dil, yalnızca bir konuşma aracı değil, ulusal bir kültürün en önemli parçasıdır. Önemsenmez, benimsenmez ve kullanılmazsa dil ile birlikte bir kültür, medeniyet, insan ve ulus yok olmaya mahkum edilir.
Son yıllarda özellikle görsel, işitsel ve yazılı meydanında katkısıyla! Türkçe’miz hızla bozulmaya ve kirletilmeye başlandı. 
Yeni yapılan evler ve binalara yabancı isimler veriliyor, Küçüğünden büyüğüne iş yerleri isimleri yine yabancı. Yabancı dilde sözcükleri kullanmak dilimize yabancı sözcükleri sokmakla kalmıyor, dilimizin yapısını da bozuyor. Bir dilin yapısının bozulması bir medeniyete ve kültüre yapılan en vahşi saldırıdır ve hatta onun sonunu en kestirmeden hazırlamak demektir.
Lokanta veya kafede “bir sade kahve” istediğimde garsonlar bazen sade kahve yerine şekerli veya orta getirseler de anlaşabiliyorduk. Ama şimdi “garsonlar “Türk Kahvesi mi?” diye sorunca deli oluyorum adeta. Sanki ben kendi ülkesinde bir yabancı veya burası yabancı bir ülkeymiş gibi bir duyguya kapılıyorum. Dehşete düşüyorum, hocalığım aklıma geliyor ve kim olursa olsun, sonu neye varırsa varsın, sıkıcı olmayı göze alarak, bunun yanlış olduğunu ve doğru bir yapıda Türkçe’yi konuşmamız gerektiğini anlatmaya başlıyorum.
“Duş yapmak” yerine “duş almak”,”taksi çağırmak” yerine “taksi almak,” “mangal” yerine “barbekü” basketbolda “çeyrek” yerine “period” “başladı” yerine “start almak”, “bitti yerine “finişe geçmek” “sahneye çıkmak” yerine “sahne almak” “cankurtaran” yerine “ambulans”, hastane”yerine “hospital” vs gibi konuşmalar beni dehşete düşüren diğer yanlışlar.
Herhalde hiçbir dil bu kadar eziyet çekmemiş ve hor kullanılmamıştır kendi çocukları tarafından. Çıktığı kabuğu beğenmeyen tavuklar sorunu yaşıyoruz gibime geliyor. En kısa zamanda kendimize gelmezsek ozon deliğinin dünyaya verdiği zarardan daha fazla zarar göreceğimiz açıktır.
Ne zaman kendimizi, değerlerimizi önemsemeye başlayacak, geliştirecek, zenginleştirecek ve koruyacağız? 
Ve ne zaman bu hipnozdan uyanacağız?..