Haber: EMRE SERCAN İKE - Kamera: ÜNAL AYDIN

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin deprem bölgesi Hatay’da kurduğu Afet Koordinasyon Merkezi’nde depremzedelere sağlık hizmeti veren kadınlar, yaşadıkları süreci 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ANKA Haber Ajansı’na anlattı. Doktor Ayben Arslan, “Kadının o kadar odak ve o kadar yapıcı, o kadar böyle detaylı çalışması var ki onlar olmasa hiçbir şey olmaz bence” dedi. Hemşire Cemre Korkmaz ise “İlk geldiğimiz günden beri, ‘hemşire bunu yapar, doktor bunu yapar, depocu bunu yapar’ diye hiçbir şekilde bunu düşünmedik. Tek amacımız insanlara hizmet vermek” diye konuştu. Eczacı Öznur Ayas da "Bir kadın olarak burada bulunmak zor değil. Çünkü her şartta çalışır kadın. Kadın, her şeye alışıktır, her şartta da çalışır" dedi.

Kahramanmaraş’ta 6 Şubat’ta meydana gelen iki büyük depremin üzerinden bir ay geçti. Hatay’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan Afet Koordinasyon Merkezi’nde depremzedeler için gönüllü olarak hizmet veren sağlık çalışanı kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ANKA Haber Ajansı’na konuştu. Doktor Ayben Arslan, şunları söyledi:  

“KADININ O KADAR YAPICI ÇALIŞMASI VAR Kİ ONLAR OLMASA HİÇBİR ŞEY OLMAZ”

"Şimdi ben buraya geldikten sonra gördüğüm tabloda bütün bu şeylerin bir yerde birçok insan, ‘acaba erkek işi mi’ diye düşünüyor. Yani eril bir çalışma mı? Evet, eril bir çalışma ama kadının o kadar odak ve o kadar yapıcı, o kadar böyle detaylı çalışması var ki onlar olmasa hiçbir şey olmaz bence. Örneğin bugün gelen hastam vardı. Anne, kız, bebek ve baba birlikte gelmişler ve onların muayenesi yapıldı. Bunlardan kızın durumu; depremde doğum yapmış ve doğum yaptıktan sonra 25 güne yakın bebeği var ve onun çekmiş olduğu acıları anlatıyor. O yaşamındaki kırılmaları anlatıyor kadının. Ben, kadın olarak bunu anlıyorum. Yani burada kadınların kadınları anlama anlamında yeri çok çok önemli ve orada hemen ne yaptık? Psikologlarımız var, şurada çadırdalar, onlara yönlendirdim ve onlarla uzun bir süre içindeki şeyi, ne hissettiğini, onu anlatması bile onun için bir parça aslında tedavinin yüzde 60-70’ini oluşturuyor bence. Yani burada muayene ediyoruz, tamam ilaç veriyoruz ama ‘ne yaşıyorsun sen, sen ne yaşadın ne oldu?’ Onu bir kadın, ancak bir kadın anlar diye düşünüyorum ben ve kadın psikologlarımıza teslim ettik, çok da güzel bir sonuç elde ettik oradan.

“GÜÇLÜ OLMAK GEREKİYOR”

Ben daha önce de gönüllü olarak çalışmıştım 2,5 ay kadar Güney Afrika’da, oradan döndüğüm zaman şöyle düşünmüştüm; ‘yani anlatılmaz yaşanır ancak’ ve aslında hemen hemen hiçbir şey anlatmamıştım onunla ilgili. Burada tabi şartlar çok farklı, çok çok büyük bir yıkım olmuş gerçekten. Bulunduğumuz yerden baktığımız zaman, çok farklı olduğunu içine girince anlıyorsunuz. Siz de anlıyorsunuz, siz de içindesiniz. Televizyonda, haberlerde izliyoruz ama nasıl izliyoruz onu? Böyle bölük bölük izliyoruz. O sırada izliyoruz ama o sırada gidip başka bir işimizi yapıyoruz ve bitiyor ama siz buradayken sürekli o ambiyansın içerisindesiniz. Sürekli birisi geliyor, bir hikâye anlatıyor; diğeri geliyor, başka bir şey söylüyor. Sürekli içinizde bir üzüntü kabarıyor kabarıyor, iniyor. Yani böyle bir sürekli travmayla karşı karşıyasınız. Güçlü olmak gerekiyor ve bunun çok uzun bir süreç olduğunu düşünüyorum. Bunun için ayakları yere basan dengeli bir çalışmanın olması gerektiğini düşünüyorum. Deneyimlerimde, bu bölgede, gelen hastalardan kadınların bu konuda daha travmatik olduğunu hissediyorum. Çünkü onların duygusal özellikleri, koruyuculuk özellikleri, yapıları daha hassas bu konuda. Çocukları var; çocuğun açlığını tokluğunu, ayakkabısını, üstünü düşünüyor. Yemeği düşünüyor. ‘Ne yapacağım, ne edeceğim’ diye düşünüyor. Çünkü bunlar, hep ona öğretilmiş olan şeyler. Koru, güven altında tut çevrendeki sevdiğin insanları ve onların hiçbirini yapamıyor. Çünkü onda yok şu anda bu. Önce kendisinde olacak ki verebilsin. Kendisinde yoksa nasıl verebilsin bunu diye düşünüyorum.

“KADINLARIN GERÇEKTEN ÇOK CİDDİ BİR PSİKOLOJİK TEDAVİYE İHTİYAÇLARI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”

Bu anlamda gelen çok travmatik vakalar var. Burada şimdi onları anlatmayayım. Yani kadın uyuyamıyor, kadın idrarını tutamıyor, başka bir kadının hiç yaşamında olmadığı kadar sürekli bulantıları, baş dönmeleri var. Bunların hepsi psikolojik travmalar ve bunları bu şekilde değerlendiriyorum. Kadınların gerçekten çok ciddi bir psikolojik anlamında tedaviye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. En azından bu yaşadıkları süreci gerçekten gözlemsiz olarak anlatmaları için, aslında bu çadır olayı bazen bana şunu da düşündürüyor; biz çok yalnızlaştırdık kendimizi, çekirdek olduk olduk ve bir olduk. Artık kapıyı kendi anahtarımızla açıp kapatıyoruz, zile basmıyoruz. Burada çadırlara gittikçe böyle bakıyorum, 3-4 aile bir arada, tamam çok büyük zorluk var ama aynı zamanda bir dayanışma da var. Yani eskiden iki kişiyle bir odayı paylaşmazken şu anda ben çadırımı 6-8 kişiyle paylaşıyorum. Akşam sohbet ediyoruz, herkes bir sorununu anlatıyor, herkes bir şeyini anlatıyor. Yani bu, insanlığa dair sanki farklı bir açılımmış gibi ama zor şartlar. Keşke böyle daha güzel şartlarda böyle bir klan yaşam olabilse; yaşlıların, gençlerin ve çocukların bir arada olduğu ve birbirlerinden hepsinin etkileşim, bir değer ve bir anlam kattığı bir düzen olsa."

“TEK AMACIMIZ İNSANLARA HİZMET VERMEK”

Hemşire Cemre Korkmaz ise yaşadığı sürece ilişkin şöyle konuştu:

"Öncelikle benim için gurur verici. Zaten buraya kendi isteğimle gönüllü bir şekilde geldim. Yani herkese yardım etmek amaç, en başta amacımız bu zaten. İlk geldiğimiz günden beri, ‘hemşire bunu yapar, doktor bunu yapar, depocu bunu yapar’ diye hiçbir şekilde bunu düşünmedik. Tek amacımız insanlara hizmet vermek. Yani inanın, ilk geldiğimiz günde de bir çadır meselemiz oldu. Bir ailemize yardım ettik. İşte onlara depodan eşya taşıdık, geri kalan eksik eşyaları oldu, onları temin ettik. Yani her anlamda biz buradayız, sadece hemşire olarak, doktor olarak değil. Tabii ki de üzgünüz, böyle olmasını istemezdik ama yapacak bir şey yok. Bütün kadınlarımızın, bütün erkeklerimizin, bütün çocuklarımızın yanındayız. Onlar için buradayız. Elimizden gelen desteği de veriyoruz zaten. Herkesin de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum buradan. Şartlar biraz zor tabii, İstanbul’da yaşıyorum kendim. Yani çok fazla da diyecek bir şey olmuyor aslında biliyor musunuz? Yani sadece, dediğim gibi, amacımız insanlara hizmet vermek, yardımcı olmak. Başka diyecek bir şeyimiz olmuyor."

“KADIN ÇALIŞAN OLARAK BURALARDA OLMAKTAN MUTLUYUZ”

Depremden etkilenen Antakyalı anestezi teknikeri Merve Karasu ise Hatay’da kurulan İBB Afet Koordinasyon Merkezi’nde depremzedeler için gönüllü olarak çalıştığını şu sözlerle anlattı:

"Yani zaten depremde çok büyük olaylar yaşandı, çok büyük etkilendi. Antakya’mız yerle bir oldu neredeyse, yani eski güzelliklerinden hiçbir şey kalmadı. Ben de zaten normalde sağlık mezunuydum. Dedim ki ‘boş duracağıma geleyim, insanlara birazcık yardımım dokunsun’. Sağ olsun, Bilginer Hoca’m kabul etti. Onların ekibiyle çalışmaya başladım. Kadınlarımız zaten, her zaman kadınlarımızın bir emeği oluyor. Erkeklerin üstünde, herkesin üstünde oluyor. Depremzedelerimiz zaten geldiklerinde daha bir böyle kadınlarla iç içe olunca daha bir mutlu oluyorlar, daha bir rahat hissediyorlar. Kadın hastalarımız geldiği zaman erkeklerle pek rahat konuşamasalar bile bizlerle daha bir içli dışlı olabiliyorlar. Onların rahat hissetmesi bizim için daha önemli. O yüzden kadın çalışan olarak buralarda olmaktan memnunuz, mutluyuz.

“BURADAKİ ÇADIRLARDA KALIYORUZ”

Deprem anını şu an gerçekten hatırlamak bile istemiyorum. Biz, bodrumda oturuyorduk, evimiz beş katlıydı. Ondan önce böyle küçük depremler olmuştu. Biz, onlar gibi bir şey sandık. Bir sallantıyla başladı, en başta ben kalktım, dedim ‘deprem’ diye. Öyle bir heyecanla kalkmışım ki ablam da uyandı. Ondan sonra annem zaten bağırış çağırış başladı. Biz, yani ne düşüneceğimizi bilemedik, annemle babamı direkt tuttuk. Çünkü babam korktu yani, duvarı tuttu, babam 76-77 yaşında duvarı tuttu, 'Ben yürüyemiyorum, bu eve ne oluyor, ben niye yürüyemiyorum’ diyor. Onu sakinleştirmeye çalışmaktan biz kendimizi unuttuk zaten. Annemi ayrı bir sakinleştirmeye çalıştık. Deprem bitene kadar da hiç evden çıkmadık. Korkumuzu onlara da göstermememiz gerekiyordu. Giysi dolabımız devrildi, çıkarken biraz sorun yaşadık ama çok şükür evimiz çökmedi, o yüzden rahat bir şekilde çıkabildik. Şu an biz buradaki çadırlarda kalıyoruz. Sağ olsunlar, ihtiyaçlarımızı falan soruyorlar, destek oluyorlar, her türlü ihtiyacımızda yanımızdalar. Şu anlık çok iyiler. Sadece akrabalarımdan kayıplarım var, herkeste olduğu gibi. Birinci derece ailemde kaybım yok."

“BİR KADIN OLARAK BURADA BULUNMAK ZOR DEĞİL. KADIN HER ŞEYE ALIŞIKTIR, HER ŞARTTA DA ÇALIŞIR”

İstanbul Eczacı Odası’ndan gönüllü olarak deprem bölgesi Hatay’a gelen Eczacı Öznur Ayas ise şunları söyledi:

"İstanbul Eczacı Odası’ndan gönüllü eczacı olarak geldik buraya, çalışmak için sahra eczanemizde. Burada, ilaçların tasnifi, dizimi, gruplara ayrılması endikasyonlarına göre, sonrasında da hastaya en efektif olacak şekilde ulaştırılmasını sağlamak için bulunuyoruz. Burada çok fazlasıyla ihtiyaç var. Özellikle havaların soğuk olması nedeniyle hastalıklar artmaya başladı. Antibiyotikler, ağrı kesiciler özellikle başta olmak üzere, öksürük şurupları, boğaz enfeksiyonları, bunlara yönelik elimizden geldiğince halkımıza yardımcı olmak için buradayız. Bir eczacı olarak çok önemli bir görev üstlendik bu deprem sürecinde, doğal afet sürecinde. O yüzden de İstanbul Eczacı Odamız, Hatay bölgesinde aktif bir şekilde rol almakta. Eczacılık fakültesi genelde yüzde 80 kadınlardan oluşmaktadır, o nedenle de kadın eczacılarımızı sahra eczanelerimizde bol bol görebilirsiniz. Birkaç erkek gücünde çalışıyoruz diyebilirim gönül rahatlığıyla. Biz, eczacı olarak direkt halkla temasta olduğumuz için hem psikolojik anlamda hem sağlık anlamında her türlü desteği veriyoruz. Yani sadece bir ilacı alıp, raftan alıp hastaya teslim etmiyoruz. Onun yaşadığı travmayı da atlatabilmesi için elimizden geldiğince diyaloğa girmeye çalışıyoruz. Bir kadın olarak burada bulunmak zor değil. Çünkü her şartta çalışır kadın. Kadın, her şeye alışıktır, her şartta da çalışır. Zor gelmiyor acıkası, hiçbir zorluğu da yok. Halkımızın buralardan elini ve desteğini çekmemesi… Her zaman diyoruz ya unutmamamız gerekiyor, ders çıkarmamız gerekiyor. Bu noktada da toplum örgütlenmeleri olarak, özellikle sivil toplum kuruluşları, biz de Türk Eczacılar Birliği olarak yardımlarımızı devam ettiriyoruz. Aktif bir şekilde rol aldık ve bundan sonra da rol alacağız. Sahada bizleri bol bol göreceksiniz."

İBB Afet Koordinasyon Merkezi Koordinatörü Gülay Demirel ise yaşanan sürece ilişkin şöyle konuştu:

“ÇİLEYİ ÇEKEN, YUVAYI KURAN, ÇOCUKLARINA HİZMET, ÇEVRESİNE DESTEK OLAN KADIN GÜCÜ”

“Öncelikle bu özel günde kadınların acısını, kadınların çilesini dile getirme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Her zaman olduğu gibi bir dezavantajlı süreç yaşıyoruz. Kadınların ihtiyacı olan birçok malzeme ikinci ve üçüncü planda elimize ulaşıyor. Oysa gerçekten çileyi çeken, yuvayı kuran, çocuklarına hizmet ve çevresine destek olan kadın gücü ve bu gücün her zaman için ikinci planda kalması çok üzücü. Bir kadın koordinatör olarak önceliğimiz, onların ihtiyaçlarını gidermek ve bu konuda farkındalığı yaratmak ve ulaşacak insani yardımların bu içerikte olmasını sağlamak çok değerli. Kadınların ayakta dimdik durabilmesi için bir çalışma yapmak gerekiyor. Kadınlara özel bir çalışma yapmak gerekiyor. Kadınları tekrar üretime kazandırmak adına çalışmalar yapmak gerekiyor. Fakat her şeyden önemlisi onların barınma ihtiyaçlarını gidermemiz çok önemli. Hâlâ, bugün oldu, biz çadır sıkıntısı yaşıyoruz. Böyle de bir sorunumuz var ki Antakya’nın yerlisi, özellikle çadırkentlerde kalmayı tercih etmez ve kalmaz da. Bu arada, AFAD’ın ve diğer çadırkentlerin boş olan çadırların ivedilikle insanlara ulaştırılması, mahalleliye ulaştırılmasını çok önemsiyorum. Bu, bize biraz nefes aldıracak bir süreç olacak, çözüm olacak ama onun dışında gelecek olan yardımların önceliği çadır olmalı ve kadınların yaşam standardını bir nebze olsun iyileştirmeli ki kadın gücünü bu süreçte daha çok değerlendirebilelim.

“NİCE ÇOCUKLAR ANASIZ BABASIZ, NİCE ANALAR BABALAR ÇOCUKSUZ KALDI”

Çok fazla anı var. Gerçekten beni en çok etkileyen anı ise ben Antakyalıyım ve annemlerin evine bakmak üzere gittiğimde, karşı apartmanımızın çöktüğünü gördüm. O apartmanda vefat eden anne-babanın çocuğunun gelerek oraya bir resim yaptığını ve resmini koyduğunu… Ve o resmi ömür boyu unutmayacağım. Onların, çocukların hep kalbinde yaşayacağını yazmış oraya, o tablo hiç gözümün önünden gitmiyor. Nice çocuklar anasız babasız kaldı, nice analar babalar çocuksuz kaldı. Öncelikle bu, dramdan öte bir trajedi. Burada depremzedelerin her anlamda, özellikle de ruhsal anlamda iyileşmeleri için toplum olarak çok duyarlı davranmak zorundayız. Bu çocuklara sahip çıkmak zorundayız. Bu anne babalara sahip çıkmak zorundayız. En önemlisi de onların yaşam standartlarını tekrar elde edebilecek çalışmalar içerisinde bulunmak zorundayız. Şu anda herkes eşit oldu ama onların hakkı olan sevgi, şefkat başta olmak üzere eğitim, istihdam hakkını onlara ulaştırmalıyız ki yaraları bu şekilde sarabiliriz.”

Kaynak: anka