Haber: ÇAĞATAN AKYOL - Kamera: SADIK KARAKULOĞLU

Araştırmacı ve yazar Bekir Ağırdır, Oy ve Ötesi Derneği’nin seçim çalışmalarına ilişkin programında, Türkiye’nin önünde, 2023 seçimlerinde kavga kaos olmadan, popülist otoriter ya da keyfi bir dönemin iç kavga vesilesi olmadan, huzur içinde değiştirilebileceğini dünyaya göstermek gibi bir fırsatı olduğunu söyledi. Ağırdır, “Bu seçimlerdeki alacağımız sonuç, bütün dünyaya; ‘Macaristan’da Urban yeniden kazandı’ diye bir paragraf haberden daha öte, bütün dünya medyasının bir ay boyunca tartıştığı bir hikâye yaratabiliriz. Bütün dünyaya ilham verici olacak olan da budur. Asıl fırsatımız da budur aslında ama bunun için ön şart var. Seçimlerin ve sandık güvenliğinin sağlanıyor olması" dedi.

Kurulduğu 2014 yılından bu yana yerel ve genel seçimler olmak üzere toplamda 8 seçimde görev yapan Oy ve Ötesi Derneği, bugün hem yenilediği gönüllü kayıt sistemini hem de 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri kapsamında yürüteceği eğitim ve gönüllü müşahit organizasyonu faaliyetlerine ilişkin İstanbul’da basın toplantısı düzenledi. Toplantıda Oy ve Ötesi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ertim Oytun ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hande Turan, yaptıkları sunumda; derneklerinin kuruluşunu anlattı. Derneğin tanıtım videosunun gösterilmesinin ardından Oytun ve Turan, geçmiş seçimlerdeki üstlendikleri görevler hakkında bilgi verdi.

Kamuoyu araştırmacısı ve yazar Bekir Ağırdır da toplantıda yaptığı konuşmada, Oy ve Ötesi Derneği’nin yaptığı işin özellikle bu 2023 seçimlerinde çok önemli olduğunu vurguladı. “Biliyorsunuz, 2007’den beri artan bir biçimde bu ülkede seçimlerin meşruiyetini tartışır olduk” diyen Ağırdır, şunları söyledi:

“PARTİ ÜYELİĞİ, SİVİL TOPLUM ÜYELİĞİNDEN YÜKSEK OLAN AVRUPA’DAKİ TEK ÜLKEYİZ: Seçimleriyle ilgili tartışma, 'öyle mi oy kullanıldı', 'böyle mi kullanıldı', 'öyle mi hile yapıldı', 'böyle mi hile yapıldı' vesaire üzerine. Halbuki bu topraklarda biliyoruz ki hepimiz, örgütlülük son derece düşük. Yani Türkiye, Batı ülkelerinden farklı, ilginç bir özelliği olan bir ülke. Parti üyeliği, sivil toplum üyeliğinden yüksek olan herhalde Avrupa’daki tek ülkeyiz biz. Sivil toplum üyeliği son derece düşük ya da bir başka araştırmamızdan bir bulgu; özellikle gençler için. Örneğin; sadece yüzde 7 oranında genç, örgütlü bir protesto eylemine ya da hak eylemine katılmış. Halbuki aynı insanların yüzde 70’e yakını bireysel olarak örgütlülük içinde değil ama bireysel olarak, ama işte bir mesaja tepki vererek, ama bağış yaparak, ama bir imza kampanyasına imza koyarak bireysel olarak eylemliliğe açık davranmış, ama örgütlü eylemliliğe geldiği zaman iş herkes, ikircikli davranıyor. Bunun bir sebebi var. Yani bu topraklarda ‘örgüt’ kelimesi bile negatif tını içeriyor. Yani örgüt deyince şimdi bu toplantıyı Londra’da yapıyor olsaydık aklınıza ne gelecekti, örgüt deyince Türkiye’de aklınıza ne geliyor?

HİÇBİR BATI TOPLUMUNDA, TÜRKİYE’DEKİ GİBİ SEÇİME KATILIM ORANI YOK: Toplumsal bellekte örgütlenmenin son derece negatif tınılar içerdiği, deneyimlerin hep olumsuz olduğu bir toplumdayız. Hanginizin annesi babası işe girdiğinizin ertesi günü ‘Sendikaya da yazıl evladım’ dedi. Muhtemelen ‘Uzak durun’ dedi. Çünkü; işten atılacağınızdan kaygılandıkları için, örgütlülüğü reddettikleri için değil. Dünya sivil toplum örgütüne hediyemiz, vakıf geleneğini bu hâle getirmek, bugünkü bu kapsamlı biçim, örgütlenme biçimi hâline dönüştürmek. İcadı ilk yapanlar Araplar belki ama Türkler bu hâle getirmiş mesela. Dolayısıyla örgütlülüğün düşük olduğu bir toplum bu ve o nedenle de tepki göstermekte çok zorlanıyoruz. Çok sadık bir biçimde tepkimizi sürekli gösterebildiğimiz, tercihlerimizi belirletebildiğimiz önemli bir şey var; seçimler. 1950 seçimlerinden beri bu topraklardaki bütün seçimlerde neredeyse ortalama seçime katılım, yüzde 82 ile 87 arasında olmuş. 90 olan var. Bir iki tane 77, 78 gerçekleşen var. Hiçbir Batı toplumunda böyle bir katılım yok.

YÜZDE 3 İLE 8 ARASINDA İNSAN, UZAYDAN DEPREMİN TETİKLENDİĞİNE İNANIYOR: Hatta hatırlayın, Fransa’da yakın zamanda, işte Le Pen’in iktidarı, neredeyse ortak olduğu seçimlerde katılım yüzde 50’lerde. İtalya’da faşistlerin iktidara geldiği, 6 ay önce yapılan seçimlerde seçime katılım yüzde 52, 54’lerde. Dolayısıyla bu topraklarda insanların sadece hayatına müdahale edebilmek için, tercihini belirtebilmek için kullandığı bir hakkı var; seçim. O nedenle Türkiye’nin seçimlere halel getirmemesi, seçimlerin sonuçlarında bir meşruiyet tartışmaması yaşamaması son derece önemli. Eğer bu tartışmayı açarsak, bir başka handikabımızla karşılaşırız, o da şu: Türkiye toplumu, son yıllarda özellikle artan bir biçimde bütün dünyada olduğu gibi hakikatle ilişkimiz bozuluyor. Yankı odaları deyin, algı yönetimi deyin, iktidarların, gücü ele geçirenlerin mesajları manipüle etme kapasitesi deyin; bir sürü sebebi var ama sonuç olarak hakikatle ilişkimiz giderek bozuluyor. Yani Lozan 100’üncü yılında otomatik olarak gündemden düşüyor diyenler, deprem uzaydan atılan çubuklarla mı tetiklendi diyenler, Covid-19 mikrobuyla Türklerin geri kısırlaştırılıyor mu diyenler; hiç azımsanmayacak oranlarda. Yüzde 3 ile 8 arasında insan, uzaydan depremin tetiklendiğini ya da Covid-19’dan genlerimizin oynandığına inanıyor.

SİYASETE GÜVENİN BÜTÜN DÜNYADA BOZULDUĞU BİR ZAMAN ARALIĞINDAYIZ: Şimdi böyle bir toplumda ve de özellikle de medyanın, iktidarın, güç sahiplerinin bütün hikâyeyi, haberi, bilgiyi, deneyimi manipüle edebildikleri bir zaman aralığında en son karşılaşmayı umacağımız şey; inanın bana, seçimlerin meşruiyetini tartışmaktır. O zaman bu ülke ortak kadere inancını tamamen kaybeder. Bunu sadece iktidarda olanların ya da sadece kamu görevi olanların sorumluluğuna bırakamayız. Aynı zamanda konuştuğumuz bizim hayatımız, o nedenle yapılan şey son derece kıymetli. Oy ve Ötesi’nin ve benzeri arkadaşların yaptıkları şey, son derece kıymetli. Önce birinci tarafı bu. İkinci başka bir mesele var. Burada, özellikle katılımın bu seçimlere özel çünkü öyle bir zaman aralığında yaşıyoruz ki, dünyanın da Türkiye’nin de krizleri çok iç içe. Bir dizi felaketle peş peşe, iç içe yaşıyoruz. Yani son 3 yılda bile bakın, işte Covid’de 200 bin insanımızı kaybettik. Resmi kayıtlar 100 bin civarında ama hani en azından 200 bin. Depremdeki kayıplarımız meydanda. Daha dünkü sel felaketi meydanda. Hayat pahalılığı meselesi meydanda. Ukrayna’da ya da Suriye’de neler olduğunu hepimiz görüyoruz. Bütün dünyada elimizdeki kurumlar, kurallar, siyaset başta tıkandı. Amerikalılar bile Trump’a seçenek olarak Biden’a sarıldılar. ‘Sürrealist dünya’ deniyor ya, yani ‘post- truth’ deniyor. Dolayısıyla siyasete güvenin bütün dünyada bozulduğu, siyaset marifetiyle bütün bu problemleri çözebileceğimize dair inancın zayıfladığı bir zaman aralığındayız.

KONUŞMAMIZ GEREKEN ASIL ŞEY, SEÇİM GÜVENLİĞİ: Türkiye’nin yakaladığı tarihi fırsat, bu seçimlerde kavga, kaos olmadan, karmaşa yaşanmadan, böylesine popülist otoriter bir dönemin ya da keyfi bir dönemin, kurumların, kuralların bu kadar aşındığı bir dönemin iç kavga vesilesi olmadan, insanların tercihleriyle, oylarıyla barış ve huzur içinde değiştirilebileceğini dünyaya göstermek gibi bir fırsatımız var. Dolayısıyla bugün önümüzdeki fırsat, bu seçimlerdeki alacağımız sonuç, bütün dünyaya; ‘Macaristan’da Urban yeniden kazandı’ diye bir paragraf haberden daha öte, bütün dünya medyasının bir ay boyunca tartıştığı bir hikâye yaratabiliriz. Bütün dünyaya ilham verici olacak olan da budur. Asıl fırsatımız da budur aslında ama bunun için ön şart var. Seçimlerin ve sandık güvenliğinin sağlanıyor olması, gerçekten yurttaşlarımızın, hepimizin oyunun güvenlik içinde, hile-hurda tartışmalarına girmeden, sayımlara dahil olup sonuçlarıyla karşımızda yeni bir iktidarın ortaya çıkması. O yüzden biz her ne kadar sandık güvenliği konuşuyor olsak da aslında bir bakıma konuştuğumuz, esas itibarıyla seçim güvenliği ve konuşmamız gereken asıl seçim güvenliği.

KANAATİMİZİ ÖZGÜRCE OLUŞTURABİLECEĞİMİZ BİR ORTAM YARATILMASI DA ÖNEMLİ: Oy ve Ötesi’ndeki arkadaşlar, son derece kutsal bir iş yapıyorlar, o günle meşguller ama bir yandan da mesele sadece zarfın içine giren oyları korumak değil. Bu, işin çok önemli bir kısmı doğru ama bugünden itibaren en azından bütün farklı fikirlerin, seçimlere talip olan, aday olan bütün siyasetçilerin önerilerinin, iddialarının, programlarının özgürce tartışıldığı, seçmen olarak her birimizin her tür habere, iddiaya, teze, manifestoya ulaşabildiğimiz, gerçek habere ulaşabildiğimiz ve kanaatimizi özgürce oluşturabileceğimiz bir ortam yaratılması da önemli. Dolayısıyla sadece muhalefet ve iktidar, o günün sorumlusu; seçimin meşruiyetinin sağlanması konusunda sorumlu evet ama aynı zamanda iktidar da sorumlu ki, bu 60 günü her tartışmayı özgürce tanık olarak, okuyarak, gözleyerek, bilerek kimin ne iddia ettiğini yaşamamız ve tercihimizi özgürce belirlememiz gereken bir süreç bu.

İKLİMİ AĞIRLAŞTIRACAK SÖYLEMLERDEN KAÇINMAMIZ LAZIM: O zaman da bu hakikatler ilişkisi bozuk bir zaman aralığında hepimizin sorumluluğu, iktidar öncelikli olmak üzere bu seçim güvenliğini sağlamak olmalı. Özellikle medyadaki arkadaşların ve hepimizin; yalan yanlış haberleri çoğaltmak, seçim olur mu olmaz mı, hile yapıldı mı yapılmadı mı, seçimin sonucu kabul edildi mi edilmedi mi gibi hakikat dışı ya da olasılık dışı işleri çoğaltmamaktır. O mesajları her yaydığımızda başka birilerinin arzuladığı korku iklimine su taşıyoruz demektir. Bizim korkuya teslim olacak bir zamanımız yok. Yorulduk, umutlarımız tükendi, belki yeterince umutlanmaya bile ihtiyacımız olan bir zaman aralığında bir de böyle korkuyu çoğaltacak, iklimi ağırlaştıracak söylemlerden kaçınmamız lazım.”

Kaynak: anka