Oktay Sinanoğlu’nun yazdığı kitaplarının bazılarını okudum. Kendisi kendi alanında çok önemli ve değerli çalışmalar yapmış, yetenekleri ile kendini uluslararası alanda kanıtlamış önemli bir bilim insanı.

Kitaplarının içeriği bir yana; beni daha çok ilgilendiren kısmı ise kendisine “Türk Einstein” denmesi ve kitabında da bu vurgunun yapılmış olması.
İşte bu kısmı yazarımızın düşüncesinden daha çok düşünmeye itti beni. Tabii ki yazar kendini “bir Einstein” ilan etmedi ama kendisini topluma tanıtmak isteyen her kimse, yazarın önemini anlatmak ve vurgulamak için kullandı bu sıfatı.
Bir açıdan onur ve gurur kaynağı “Einstein” olmak. Düşünsenize 20. yüzyıla ve tarihe damgasını vurmuş bir bilim insanına benzetiliyorsunuz ve onun adıyla anılıyorsunuz. Harika bir duygu olmalı.
Hele bir Türk olarak…
Diğer bir açıdan bakıldığında Einstein bir sembol ama bizler yani modern insan; ondan 50 -60 yıl öndeyiz ve hala onun unvanıyla anılmak ne kadar doğrudur? 
Günümüzde olan teknolojik gelişmeleri acaba “Einstein” bile kavrayabilir, öngörebilir miydi?
21. yüzyılın bilim insanına Türk Einstein demek aslında onu aslının taklidi ve ikinci sınıf bir bilim insanın yerine de koymaz mı?
Einstein’i geçmek yoksa ayıp mı? Neden Sinanoğlu kendi adıyla tarihe adını yazdırmıyor da Einstein olarak sunuluyor?
Çok daha önemli olanı ise kendisi acaba bu unvana kaşı çıkmıyor mu? Kitabında kendisinden izinsiz unvan bildiren yazılar yazılamayacağına göre, kendisi bu unvanı nasıl kabul ediyor?
Bir bilim insanının özgün, yaratıcı ve çağında yeni şeyler üreterek kendi adıyla anılması ve var olması asıl olan değil midir?
“Yiğit lakabıyla anılır” ama “kaş yapalım derken göz çıkarılıyorsa” bunu kabul etmek mi gerekir?
Bunlar aklıma takılan ve yanıt bekleyen sorular. 
Buna benzer hatalar ne yazık ki çok sıklıkla yapılıyor. Sanki biz hep başkasını taklit etmek zorundaymışız gibi biz türlü, kendimizi aşamıyor ve evrensel olamıyoruz. 
Turkish Pizza, diğer bir örnek. Anadolu zenginliğinin ve kültürel mirası olan lahmacunumuz ne yazık ki turistlere Turkish Pizza olarak sunuluyor. 
Lahmacunu lahmacun olarak belletmek yerine biz kendimizi hala kopya üretim yapan birileri yerine koyup kendimizi küçültmekten başka bir şey yapıyoruz.
Siz turiste lahmacunu “Turkish Pizza” olarak satarsanız; adam “ aslı varken neden lahmacun yiyeyim” demez mi?
Elin İtalyan’ı ev yapımı eriştelerini “linguini” olarak bir dünya markası yaparken; bizler ise onlardan daha iyi erişte, makarna ve hamur işlerine yapmamıza rağmen kendimizi dünyada yeterince tanıtamıyoruz.
Yetenekli olan bir futbolcumuza da “Şifo Mehmet” adını verdik. Ve belki de Şifo’ adlı yabancı oyuncudan daha yetenekli olan bir Mehmet lakabı yüzünden belki de bilinçdışında kendisini bir türlü dünya futbol sahalarında kabul ettiremedi?..
Nasıl bizler babalarımızdan çok açıdan ileriysek, çocuklarımızda bizlerden her açıdan ileride ve yetenekli olacaktır. Belki gelişme dönemlerinde olumlu olan fakat ileri ki yaşlarda çocuklara engel olacak ve onların yeteneklerini kısıtlayacak unvanlar vermek ne kadar doğrudur?
Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. “Başkaları olmaktan veya olmaya çalışmaktan” ne zaman “kendimiz olmak için çalışacağız? Başkalarıyla yarışmaktan ne zaman kedimizle yarışmaya ve kendimizi biçimlendirmeye daha çok zaman harcayacağız? Başkalarına imrenmek ve onların başarılarını ve mutluluklarını yüceltmek yerine ne zaman kendi başarılarımızı ve mutluluğumuza odaklanacağız?
“Bencilce” değil ama “bence” veya “sizce” veya “bizce”…
Belki de bütün mesele bu…