Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı bugün Ankara’da yapıldı. Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, “Enflasyon, bir ekonomideki bütün parametreleri bozan en büyük sorundur. Enflasyonu düşüremezsek öngörü ufkunu uzatamayız, yatırım ortamını da iyileştiremeyiz. Enflasyonu tek haneli düzeylere indiremezsek büyümeyi kalıcı olarak hızlandıramayız. Enflasyon sorununu çözemezsek istihdam yaratamayız, refah artışı sağlayamayız, gelir adaletsizliklerini düzeltemeyiz. Bu nedenle ekonomi politikasının bir numaralı önceliği, enflasyonun kalıcı olarak tek hanelere indirilmesi olmalıdır” dedi. Krediye ulaşma konusunda yaşanan zorlukların üretimi olumsuz etkilediğini belirten Özilhan, “Böyle giderse üreticiler, ithalat yapamaz, üretemez hale gelecekler” diye konuştu.

TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı bugün Ankara J.W. Marriott Otel’de yapıldı. Toplantının açış konuşmalarını, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan yaptı. Özilhan, şunları söyledi:

“Tam pandeminin etkilerini üzerimizden atıyoruz derken başlayan Ukrayna savaşı, dünya ekonomisini derinden etkiliyor. Savaş, sadece enerji fiyatlarında değil başta gıda maddeleri olmak üzere genelde ham madde fiyatlarında artışa ve bunun sonucu olarak da enflasyonda yükselişe yol açtı. Başlıca gelişmiş ülkelerde enflasyonun bu sene sonunda yüzde 7’ye ulaşacağı tahmin ediliyor. Enflasyondaki artış karşısında merkez bankaları, para politikasını sıkılaştırmaya gitti. Bu durum, tüm dünyada ekonomik aktiviteyi yavaşlatıyor. Ekonomik daralmanın en belirgin olduğu yerlerden birisi de bizim en büyük ekonomik ve ticari partnerimiz olan Avrupa.

Bu tablo içinde bu yılın ilk yarısında göstermiş olduğumuz yüzde 7,5 büyüme performansı bizi rahatlatmıyor. Çünkü ekonomimiz yavaşlıyor. Oysa önemli olan, yüksek büyümeyi sürdürebilmektir. Ekonomi politikasının da esas hedefi, yüksek büyümeyi sürekli kılmak üzere bünyeyi güçlendirmek olmalı. Ekonominin temelleri dışarıdan gelecek şoklara karşı yeterli ölçüde dayanıklı olmayınca olumsuz etkiler kaçınılmaz oluyor. Nitekim yüksek büyüme hızı, gerileyerek, üçüncü çeyrekte yüzde 4’ün altına indi. 2023 tahminlerini açıklayan birçok kuruluşa göre, gelecek sene en fazla yüzde 3 büyüyebileceğiz. Son ihracat rakamları, dünya ekonomisindeki, özellikle de Avrupa’daki yavaşlamanın bizi de olumsuz etkilemekte olduğunu gösteriyor. İhracat yavaşlarken başta enerji olmak üzere yükselen ham madde fiyatları nedeniyle ithalat hızla artmaya devam ediyor.

Doğru fiyatlama ve yatırım finansmanı sağlandığı takdirde sanayi sektörü, rüzgar ve güneş enerjilerine daha fazla yatırım yapmaya hazır. Böylece hem ithalat faturası azalacak hem de net sıfır emisyon hedefine daha hızla yaklaşacağız.

“KURUN YARATTIĞI UCUZLATMA ETKİSİYLE CARİ AÇIK SORUNU ÇÖZÜLMÜYOR”

Cari açık ve açığın finansmanı, dün olduğu gibi bugün de ekonomimizin yumuşak karnı olmayı sürdürüyor. Cari açık ise üretim yapısından kaynaklanıyor. Bu yapıyı dönüştürmeden, yüksek teknolojiye dayalı, yüksek katma değerli bir ürün desenine geçmeden, sadece kurun yarattığı ucuzlatma etkisiyle cari açık sorunu çözülmüyor. Türk lirasının yüksek değer kaybına rağmen dış açık vermeye devam ediyoruz. Küresel likiditenin daraldığı ve pahalandığı bir ortamda cari açığın finansman yolları da sınırlı. Ekonomideki belirsizliklerin, sene başından bu yana sayısı 200’ü aşan mevzuat değişikliklerinin doğurduğu tedirginliklerin yanında hukuk ve adalet sistemine ilişkin sıkıntıların da etkisiyle yabancı sermaye yatırımları gelmiyor. Gelen de yeni üretim yatırımlarına değil gayrimenkule geliyor. Enflasyon-faiz makasının hiç olmadığı kadar açılmış olduğu bir ortamda, üstelik birçok merkez bankası faiz oranlarını artırıyorken yurt dışından sermaye girişinin de zemini olmuyor. Bu koşullar altında cari açığın finansmanı için elde, merkez bankası rezervleri, bazı ülkelerin sağladığı imkanlar ve kaynağı belirsiz net hata ve noksan kalemi kalıyor. Bu tür finansmanın devam edip etmeyeceği, ekonomi ile ilgili değil. Bu nedenle önümüzdeki aylarda cari açığın finansman koşullarının ne olacağını bilemiyoruz. Ama ham madde fiyatları yüksek seyrederken yavaşlayan ihracatın cari açığa yol açacağını ve eğer cari açığın finansmanında sorun yaşanırsa ithalat yapmakta zorlanacağımızı gayet net biliyoruz.

“ENFLASYON, BİR EKONOMİDEKİ BÜTÜN PARAMETRELERİ BOZAN EN BÜYÜK SORUNDUR”

Üretim yapısını değiştirmeden, ithalata bağımlılığı azaltmadan, ihracatın katma değer içeriğini yükseltmeden, yüksek teknolojili ürünlerin payını artırmadan döviz sorununu çözemeyiz. Döviz sorununu çözemezsek enflasyonu düşüremeyiz. Enflasyon, bir ekonomideki bütün parametreleri bozan en büyük sorundur. Enflasyonu düşüremezsek öngörü ufkunu uzatamayız, yatırım ortamını da iyileştiremeyiz. Enflasyonu tek haneli düzeylere indiremezsek büyümeyi kalıcı olarak hızlandıramayız. Enflasyon sorununu çözemezsek istihdam yaratamayız, refah artışı sağlayamayız, gelir adaletsizliklerini düzeltemeyiz. Bu nedenle ekonomi politikasının bir numaralı önceliği, enflasyonun kalıcı olarak tek hanelere indirilmesi olmalıdır.

“BÖYLE GİDERSE ÜRETİCİLER, İTHALAT YAPAMAZ, ÜRETEMEZ HALE GELECEKLER”

Yüksek enflasyon, tüm dengeleri bozuyor. Yüksek enflasyon ortamında tasarrufların hızla eriyecek olması, insanları lüzumsuz tüketime yönlendiriyor. Tasarruflar ve dolayısıyla yatırımlar azalıyor. Veriler de bu duruma işaret ediyor. GSYH rakamları, tüketimin yüzde 19 arttığını, ancak yatırımların yüzde 1,3 gerilediğini gösteriyor. Bankacılık sektörüne dönük yoğun regülasyonlar, reel sektörün finansmana erişimini güçleştiriyor. Kredilerin vadesi kısalıyor. En olumsuz etki, yatırım kredisinde ortaya çıkıyor. İş dünyası, çıkartılan çok sayıda düzenlemeyi takip etmekte, anlamakta ve uyum göstermekte de zorlanıyor. Krediye ulaşmaktaki zorluklar, üretimi etkiliyor. Böyle giderse üreticiler, ithalat yapamaz, üretemez hale gelecekler. İzlenmekte olan para politikasının piyasalar üzerindeki etki gücü zayıfken kullanılabilecek ekonomi politikası araçları da hızla daralıyor.

Türkiye’de ne zaman serbest piyasa ekonomisinden sapıldıysa her seferinde sonuç sıkıntılı olmuştur. Ekonomiyi canlandırmak için, döviz kurunu tutmak için, faiz oranlarını bastırmak için serbest piyasanın dışına çıkarak alınan önlemler iki şeye yol açar. İlk olarak, güven azalır. Piyasanın olağan akışının dışına çıkılması, artık bilindik kuralların çalışmadığı bir düzen yaratır. Kuralsızlık, belirsizlik ve güvensizlik, riski büyütür. Artan risk, tüm dengeleri daha fazla bozar. İkinci olarak, serbest piyasanın dışına çıkılması, hiçbir zaman bir tek alanla sınırlı kalmaz. Piyasa dengelerinden herhangi birine iradi müdahale yapılması, zincirleme etki yaratır ve başka sorunlara yol açar.

“SIKINTILARI ÇÖZMENİN EN İYİ YOLU GÖRÜNÜRDEKİ YARAYI BANDAJLAMAK DEĞİLDİR”

Bu nedenle ekonomide yaşanan sıkıntıları çözmenin en iyi yolu, görünürdeki yarayı bandajlamak değildir. Esas çözüm, bünyeyi güçlendirmektir, görünür sıkıntıların altında yatan sorunları ortadan kaldırmaktır. Buna da güveni yeniden sağlayarak başlamak gerekir. Kurumlara, kurallara ve politikalara güveni sağlamakta en önemli unsur da kadrolardır. Liyakat sahibi kadrolar, şeffaf bir iletişim ve hesap verebilirlik, politikaların da etki gücünü artırır. Bir diğer önemli unsur da ortak akıl ve istişare sürecinin işletilmesidir. Stratejiler, politikalar, kurallar, projeler bir kez ortak akılla, uzlaşıyla, ince eleyip sık dokunarak belirlendikten sonra, uygulamada süreklilik ve istikrar ile iyi bir yatırım ortamının temel gereklilikleri sağlanmış olur.

Önümüzdeki seçimlere hazırlanırken iktidar ve muhalefetten de beklentimiz, ülkemizin yüksek potansiyelini nasıl gerçekleştirebileceği konusundaki görüşlerini kamuoyu ile paylaşmaları. Siyasi partilerden duymak istediklerimiz; kişi başı gelir itibariyle zengin ülkeler arasına girmek, dijital devrimi yakalamak, net sıfır emisyona dönüşümü tamamlamak, toplumsal gelir adaletini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için hangi hedefleri koydukları ve bu hedefleri gerçekleştirmek için hangi politikaları önerdikleri. Hamaset, karşılıklı suçlamalar ve altı doldurulamayan iddialar değil. Bu alanların nasıl düzenlenmesi gerektiğini özenle ele almamız ve tartışmamız gerekiyor.

Ülkemiz de iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler arasında yer alıyor. Net-sıfır emisyon hedefi ve sürdürülebilirlik ilkesini hayata geçirmek, yaşadığımız çevre açısından değil, ekonomimizin küresel rekabet gücü açısından da önemli. AB’nin uygulamaya koyduğu Avrupa Yeşil Mutabakatı bunun en bariz örneği.

“MAKROEKONOMİK İSTİKRARIN BOZULMASI, GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDE TAHRİBAT YARATIYOR”

Ekonomi politikasında yoksulluğu azaltmaya ve gelir dağılımını iyileştirmeye özel bir önem verilmemesinin sonuçlarını da çok yakından gözlemleyebiliyoruz. Makroekonomik istikrarın bozulması ve enflasyonun hızlanması, yoksulluk ve gelir dağılımı üzerinde tahribat yaratıyor. 2017’den bu yana ortaya çıkan bozulma, enflasyondaki yükselmenin etkisiyle önümüzdeki yıllarda derlenecek verilerde daha net olarak görülebilecek.

Dijital altyapı yatırımlarını tamamlamalı, iş dünyamızı, özellikle de KOBİ’lerimizi, işgücümüzü, gençlerimizi ve yaşlılarımızı, kısaca tüm toplumumuzu dijital çağın yetkinlikleri ile donatmalıyız. Aksi halde, daha önceki teknolojik devrimlerde olduğu gibi bu kez de teknoloji ithalatçısı olmanın ötesine geçemeyiz. Oysa teknoloji ithalatçısı değil, üreticisi olmak istiyoruz.

Toplumsal cinsiyet eşitliği de kendiliğinden sağlanamıyor. Çünkü toplumsal, ekonomik ve siyasi hayata kadınların eşit katılımının önündeki engeller kendi kendini yeniden üretiyor. Sadece kadınların değil, dezavantajlı tüm grupların toplumsal hayata eşit katılımını önceleyen politikalara ihtiyacımız var.

“KAYNAKLAR RANT ALANLARINA KAYARSA BU ŞEKİLDE SAĞLANAN BÜYÜME KALICI OLMAZ”

İyi bir planlama, siyasi karar alma mekanizmasını güçlendirir, kamu politikalarının etkinliğini artırır, özel sektörde kaynak verimliliğini yükseltir, kaynakların üretime kanalize olmasını destekler. Üretmeyen ülke, refah yaratamaz. Kaynaklar yatırıma, ARGE’ye, teknolojiye, bilime, inovasyona, eğitime değil de hızlı getiri sunan rant alanlarına kayarsa bu şekilde sağlanan büyüme kalıcı olmaz. Ülkenin geleceği ipotek altına alınmış olur. Bizim kısa vadede enflasyonu tek haneli düzeylere indirmemiz, orta vadede yapısal reformları yapmamız, bütün bunları yaparken bir yandan da eğitime, bilime, teknolojiye yatırım yapıp uzun vadede üretim yapısını değiştirmemiz gerekiyor.

Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına girerken yukarıda bahsettiğim ekonomik ve toplumsal hedeflerimizin yanında birlikte yaşama düzeni ve ülkemizin küresel sistemdeki yerine ilişkin de hedeflerimiz olmalı. Ekonomik ve toplumsal hedeflerimize, birlik beraberlik içinde, farklılıklarımızla bir arada yaşama irademizden aldığımız güçle ulaşabiliriz. Bu maksatla hukuk devletini mutlaka güçlendirmek, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını en güçlü biçimde tesis etmek, kuvvetler ayrılığını yerleştirmek, denetleyici ve düzenleyici kurumların özerkliğini sağlamak, yürütmenin hukuka bağlılığını ve hesap verebilirliğini iyileştirmek zorundayız.

“TÜRKİYE DİĞER GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ROL MODEL OLMAK İÇİN ÖNCE KENDİ SORUNLARINI ÇÖZMELİ”

Cumhuriyetin kuruluşunda hedef, muasır medeniyet seviyesini, yani Batı’yı yakalamak idi. Hızla gelişmek ve kalkınmak, sadece Türkiye’nin değil başka gelişmekte olan ülkelerin de vizyonuydu. 20. yüzyıl böyle şekillendi. İçinden geçmekte olduğumuz çoklu kriz ortamı, 21. yüzyılın ekonomik modelinde birtakım iyileştirmeler yapılması gerektiğini gösteriyor. Dünya sorunları karşısında ülkeler arasında daha fazla uzlaşıya, iş birliğine ve dayanışmaya ihtiyaç büyüyor. Türkiye, batıyla doğu arasında yüzyıllardan beri oynadığı köprü rolüyle ikinci yüzyılında dünya için rol model olma potansiyeline sahip bir ülke. Nitekim Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra başlayan süreç, bu rolün bir anlamda kanıtı oldu. Ancak Türkiye, diğer gelişmekte olan ülkelere rol model olmak için de önce kendi sorunlarını çözmeli.”

Kaynak: anka