Hadi bir düş kuralım ve kendimizi hayallerimizin tatlı akışına bırakalım… Örneğin: İnsanımız ana dilimiz olan Türkçe’ye olabildiğince önem veriyor. Evde, sokakta, okulda Türkçe konuşuyor. Mimar ve müteahhitlerimiz ev, cadde, otel ve yaptıkları binalara Türkçe adlar veriyor; yabancı ve ne olduğu belli olmayan adlar vermiyor yapıtlarına. Lokanta, bar ve kafe işletenler işletmelerine Türkçe adlar koyuyorlar.
Anaokulundan üniversitelere kadar okullarımız yabancı dilde eğitim yaparak bir anlamda kendine ve kültürüne yabancılaşan; dilini temel aldıkları ülkenin kültürüne yakın bir insan yetiştirmek yerine, ulusal kültürü benimsemiş; önce anadiline hâkim ama birden fazla dil bilmeye çalışan bireylerin yetişmesine önayak oluyorlar.
Lokanta, bar ve restoranlarda kötü mü kötü bir dublaj Türkçesiyle yazılmış yemek adları ve malzemeleri yerine Türkçe dilbilgisine uygun ve yerel tatlar kokan isimler yazılıyor. Bizim kulüp başkanları, taraftarı, basın mensupları yabancı oyunculara verdiği değerin ve önemin yarısını öz be öz Türk evlatlarına veriyor. Televizyondaki maç sunucularının yabancı oyuncuların adlarını söylerken vurgulamaların en az yarısını kendi evlatlarımızın isimlerini söylerken de özen gösteriyorlar.
Tatil yörelerinde Paund, Dolar, Avro yerine önce Türk Lirası’na önem veriyorlar. Tatil rezervasyonlarında otelcilerimiz yabancı turistlere verdikleri önem, değer ve önceliği yerli yani kendi halkına da aynı oranda uyguluyorlar. Lokanta, bar ve restoranlarda kendi kahvemizi, çayımızı, yemeğimizi satmaya diğer yabancı kahveleri satmak kadar önem veriyorlar.
İnsanımız bir yabancı dili öğrenmek için zaman, para ve emek harcadıkları kadar kendi anadiline de en az onun yarısı kadar değer veriyorlar. İnsanımız yine öncü olup Türk kültürünü ve değerlerini dünyaya tanıtmak için kültürevleri, kulüpler, dernekler ve vakıflar kurarak öncü oluyorlar… 
Yabancılar ülkemize geldiklerinde insanımız onlarla yabancıların dilini konuştukları kadar Türkçemiz’i de onlara öğretme sevdasına düşüyorlar ve Türkçemiz’i öğrenmek için yabancıların ülkemize akın etmesine katkı sağlıyorlar…
Ve yine Türkçe’yi bilim, sanat, edebiyat, müzik, felsefe dili yapmaya odaklanmışız ve Türkçemiz evrensel diller içinde vazgeçilmez yerini almış…
Şimdi uyanın ve ne hissettiğinizi bir düşünün… Dilimiz haklı yerini aldıkça önce kendi ülkesinde ve dünyada bir Türk olarak sizin de kim olacağınızı ve göreceğiniz saygıyı bir düşünün…
Emeksiz yemek olmayacağına göre düşünüzü gerçekleştirmek için daha ne bekliyorsunuz? Haliç’i “Altın Boynuz”dan bir çamur yığınına dönüştürüp, sonra milyon dolarlar harcayarak yeniden kazanmaya çalışmak gibi değildir dil. Bir kez kaybedilirse bir daha zor kazanılır. Dil giderse özgürlük, onur, kimlik ve saygıdan da söz edilemez artık.

Dil, sadece düşünme ve iletişim aracı değildir; aynı zamanda bir kültür bayrağıdır…