“Al paranı ve in aşağıya” dedi minibüs şöforü, arka koltukta yanımda sevgilisi ve sevgilisinin bir kız arkadaşıyla oturan delikanlıya. Delikanlı bir an “neden” diye soracak oldu ama şöför bey o kadar hiddetliydi ki çaresiz inmek zorunda kaldılar gecenin bir vakti Kadıköy- Kartal hattı minibüsünden. Kimse ne olduğunu anlamadı Başka bir genç kendine anladı önce bozuldu biraz ama şöför bey “hayır sen değil” dedi ve rahatladı genç adam. Kimse sesini çıkarmadı veya çıkartamadı. Belki de umursamadı. Ardından minübüs şöforü herkese dönüp “ben sadece yolcu taşıyorum…” dedi kızgın kızgın ve sustu sonra. Minibüs derin bir sessizlik kaplamıştı… 

“Ben sadece yolcu taşıyorum” cümlesi düşünmeye itti beni. Genç kız erkek arkadaşının koluna girmiş, başını delikanlının omzuna koymuş, ara sıra sevgi öpücükleri konduruyordu genç adamın yanağına ve bu arada yanlarındaki kız arkadaşları ile sohbet ediyorlardı kendi aralarında. Kah kaha sesleri geliyordu minibüsün içine. Şöfor bey dışında bu durumdan rahatsız olan başka biri yoktu minübüste; hatta kimsenin dikkatini bile çekmiyorlardı bu genç arkadaşlar. 

Orhan Gencebay’a benziyordu arkadan minübüs şöförü. Saçları aynı biçimde taranmıştı. Yüzüne bizlere döndüğünde arabesk şarkıcının benzeri gibiydi adeta… O kadar özleşmiş gibi gördüm ki kendisini belki de “ batsın bu dünya” ruh hali içerisindeydi…

Yıllar öncesine götürdü bu olay beni. Londra’da arkadaşlarla Parlemento Binasına gitmiş, Big Ben’e hayran hayran bakarken gece vakti Thames nehrininin üstündeki köprüde bir çift uzun uzun romantik bir şekilde yalnızca evet yalnızca öpüşüyorlardı. Zerafet ve asillik vardı davranışlarında. Kendi hallerinde bir sanat eseri gibi dans ediyorlardı adeta. Birden kendime geldim ve onları izlediğim için utandım kendimden. Kendime kızdım sanki ilk defa görüyormuş gibi. Aslında o kadar güzel öpüşüyorlardı ki, kendimi Holywood filimlerinde hissetmiştim bir an. Karşımda olağanüstü bir sahne vardı ve sanki her şey bir perdenin üstünde oluyor gibiydi. Sonra arkadaşlarımın yanına döndüm hiçbir şey olmamış gibi. “Galiba” dedim kendi kendi kendime, “gerçekten hissederek sevmek bu olmalı”

Trafikte en küçük hatada kızanlar, kendilerine barda yan bakanlara silah çekenler, kuyrukta beklemek yerine kaynak olanlar, kendilerini geliştirmek ve yeteneklerine güvenmek yerine, bir meziyet ve ehliyet olmadan araya adam koyarak iş arayanlar, işlerini dünya çapında bir seviyeye getiremeyenler, ders çalışmak yerine kopya çekenler, gerçekten öğrenmek yerine ezberleyip sınıf geçmek isteyenler, başkalarına akıl satmayı meslek haline getirmiş ve bu konuda kitaplar yazan fakat kendi üretmeyip üretenlerden aşıranlar, akıllı olmakla cin olmayı karıştıranlar, Türkçe’yi yabancı dil gibi konuşanlar, kitap okumayı zul sayanlar, sigara ve alkol kullanmayı gelişmişlik ve büyümek algılayanlar, ne yazık ki, iş ülkeyi çağdaş uygarlığa taşımaya, insana ve hayvana saygıya, kendi alanında en iyi olmaya, sokaklara temiz tutmaya, yolları ralli pisti gibi kullanmamaya, çöplerini çöp kutusuna atmaya, trafikte önceliği yayaya vermeye, çocuklara oyun alanları yapmaya, parkları korumaya ve geliştirmeye, çocuk işçilerin çalıştırılmamasına, kadınların ezilmemesine, tepkilerin kavga etmeden de verilebileceğine vs gibi durumlara gelince yan çiziyorlar.

Ülke, yaşam kalitesi bakımından Yunanistan’dan bile kaç basamak aşağıya düşmesi, çocuk ölümlerinde dünyada nerede olduğumuz, öz kültürümüzü yozlaştıran şaçma sapan TV programlarının hala yapılması, Kobilerin geleceği ve buralarda çalışan binlerce insanın ve ailesinin yarınları ne yazık ki bir avuç gönüllü dışında kimsenin umrunda olmuyor.

Minübüs söförü haklı. Bizim yapılacak daha önemli işlerimiz var…