Birisini, özellikle mutlu etmek için değil ama...
Birisini, özellikle mutlu etmek için değil ama biz istediğimiz, mutlu olduğumuz için paylaşmalıyız mutluluğumuzu veya başarımızı. Bir şeyi yapmış, söylemiş, denemiş veya sevmiş olmak için değil, gerçekten yapmaya çalışalım ne yaparsak. Ama gerçekten kalpten isteyelim; mümkün olduğu kadar kendimiz olalım… -mış olmasın, sadece yapalım “kalpten…”
Toplumsal hayatımızı şöyle bir gözden geçirdiğimizde, öyle şeyler vardır ki aslında, yapmasak da önemlidir ama sırf birilerini mutlu etme adına yapmak zorunda kalırız. Önceleri bizi üzmez yaptıklarımız ama sonraları öyle alışkanlık ve hatta zorlamalar haline gelir ki işte o zaman mutsuzluk engellerini boşu boşuna yaratmış oluruz…
İçi boş ve bir o kadar sabun köpüğü olan ama bizleri derinden etkileyen unsurlardan biri “-mış gibi yapmak” tuzağıdır. Adı da üstünde            “-mış gibi olalım”, değil, -olalım veya olmayalım.
Yaşamak istiyorsunuz ama yaşayamıyoruz hadi yaşamış olalım, çalışmak istemiyoruz ama hadi çalışmış olalım, birilerini sevmiyoruz ama hadi sevmiş olalım, ‘merhaba’ demek istemiyoruz ama ‘hadi merhaba diyelim’… neler hissettiğimizi söylemek istemiyoruz ama hadi söylemiş olalım… Bu satırlar böyle uzayıp gidebilir…
Düşünce tartışmasında -mış kalıbı bazen ‘düşünce üretme sürecinde geleceği oluşturma’ adına faydalı olabilir, esneklik kazanmak için. Ama yarı gönülsüz ve hatta başkalarını mutlu etmeye odaklanırken kendimizi yok saymaya yönelik bu davranış, bir süre sonra öyle bir yaşamsal açmaz haline gelir ki işte o zaman insan kendi içinde büyük sorunlar yaşamaya başlar.
Aslında bu -mış tuzağından “-mış olmasak ne olurdu?” sorusuyla kurtulabiliriz. “Merhaba demesek, sevmesek, gitmezsek ne olurdu?” diye sorsak, yanıtımız “Bir şey olmaz, önemli değil, yapmasak da olur v.s.” gibiyse kafesinin kapısı sonuna kadar açılmış olur. Sonrası ise uçup gitmek, tabi uçabilen ve bu cesarete sahip olabilen için.
Biz, kimseyi mutlu etmek için gelmedik bu dünyaya. Kendini mutsuz edip, yok sayıp, güdük bırakıp, başkalarını mutlu edebilen yoktur. Önce kendi içinde barışı sağlamadan, kendini mutlu ve tam yapmadan kimse başkalarını mutlu edemez.  Biz ne kadar çalışırsak çalışalım;  karşımızdaki kişiler de mutlu olmayı istemezse kimse onları mutlu edemez; herkesi mutlu edecek bu güce kimse sahip değildir ve kimse kimsenin birinci derecede mutluluğundan sorumlu değildir; kutsal anne-çocuk ilişkisi dışında…
Öncelikle kişi kendi ele almalı kendi yaşamının mutluluğunun ve diğer isteklerinin. Önce “ben” diyebilmeli “bencil”liğe kaçmadan. Birisini, özellikle mutlu etmek için değil ama biz istediğimiz, mutlu olduğumuz için paylaşmalıyız mutluluğumuzu veya başarımızı. Bir şeyi yapmış, söylemiş, denemiş veya sevmiş olmak için değil, gerçekten yapmaya çalışalım ne yaparsak… Yanlışlar ve hatalar olabilir sonunda ama kendimizi verelim. Bunlar bizim deneme yanılmalarımızdır ama gerçekten kalpten isteyelim; mümkün olduğu kadar kendimiz olalım… -mış olmasın, sadece yapalım “kalpten…”