Ankara Barosu’nun bu yıl “Göç ve Mülteci” temasıyla düzenlediği 12. Uluslararası Hukuk Kurultayı’nda konuşan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, “Şahsen, karşı karşıya olduğumuz olağanüstü hareketliliğe tek bir kavramsal çerçeve, tek bir çözüm aracı ile karşılık verebileceğimizi düşünmüyorum. Ne zenofobik politikalara ne de ütopik bir kardeşlik söylemine dayanarak bir hukuki çerçeve çizilebileceğini düşünüyorum. 21. yüzyıldaki göç ve mültecilik olgusunun ortak akla dayalı, bilimin süzgecinden geçmiş tartışmalara dayanarak ele alınabileceğini ve doğru çözüm yöntemlerine bu şekilde ulaşılabileceğini düşünüyorum” dedi.

Ankara Barosu’nun bu sene 12’ncisini düzenlediği ve konusunu “Göç ve Mülteci” olarak belirlediği Uluslararası Hukuk Kurultayı başladı. Çok sayıda akademisyen, avukat ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla başlayan kurultay 29 Mayıs’a kadar sürecek.

Kurultay, Ankara Barosu Başkanı Mehmet Eren Turan’ın açış konuşmasıyla başladı. Turan, şunları söyledi:

“Uluslararası Göç Örgütü’ne göre dünyada en az 300 milyon kişi, ulusal sınırları aşarak menşei ülkeleri dışında bir başka ülkeye göç etmekte. Özellikle dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen savaşlar, çatışmalar ve baskılar nedeniyle zorunlu göç artış göstermektedir. Göç yönetimi, küresel öneminin yanında Türkiye açısından da ülkemizin özellikle zorunlu ve düzensiz göç yolları üzerinde bulunan konumu sebebiyle her gün artan bir hassasiyete sahiptir. Türkiye’nin halihazırda dünyada en çok sığınmacı ağırlayan ülke olması da dikkate alındığında, ülkemiz açısından göçün çok boyutlu niteliğinin de göz önünde bulundurulmasıyla şekillendirilen etkin bir göç yönetimi stratejisi benimsenmesi zorunlu hale gelmektedir. Zira iyi yönetilmeyen göç yöneticiliğinin yabancı düşmanlığını körükleyeceği, ekonomiye olumsuz etkisi olacağı ve hatta bir güvenlik sorunu haline gelebileceği kaçınılmaz bir gerçektir.

“AKADEMİSYENLER, AVUKATLAR, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ TEMSİLCİLERİ 4 GÜN BOYUNCA BİZLERE GÖÇ KONUSUNDA OLMASI GEREKEN HUKUK ANLAMINDA TEBLİĞLER SUNACAKLAR”

Son günlerde kamuoyunda ülkemizdeki sığınmacıların statüsü, ülkemizin bu konudaki uluslararası sözleşmelerden doğan hakları ve yükümlülükleri gibi konularda farklı görüşlerin ortaya atıldığı göz önüne alındığında, vatandaşlarımızın haklarını koruyan, insan haklarını gözeten ve uluslararası sözleşmelere uygun bir göç ve mülteci politikasının belirlenmesi bakımından konunun hukuki yönünün açıklığa kavuşturulması son derece önemlidir. Bu nedenlerle, kurulduğumuz 1924 yılından bugüne büyük Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmayan Cumhuriyet’in ve hukuk devletinin ilelebet takipçisi olmaya ant içmiş Ankara Barosu avukatları olarak, Cumhuriyet’imizin 100. yılı yaklaşırken ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal ve hukuki konuların en önemlisi haline gelen göç ve mültecilik konusunu Uluslararası Hukuk Kurultayı’mızın konusu olarak belirledik. Kurultayımıza katılan birbirinden değerli akademisyenler, avukatlar, sivil toplum örgütü temsilcileri, dört gün boyunca bizlere göç konusunda olması gereken hukuk anlamında tebliğler sunacaklar. Hukuk devletinin göç konusundaki sesi olacaklar.”

TBB Başkanı Erinç Sağkan ise şöyle konuştu:

“Avukatlık Kanunu’nda barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak tanımlanmaktadır. Ankara Barosu’nun artık çeyrek yüzyıllık bir tarihe sahip Uluslararası Hukuk Kurultayı, bir baronun kanunda belirtilen nitelikleri gerçek manasıyla ne şekilde hayata geçirebileceğine dair eşsiz bir tecrübe sunmaktadır. Uluslararası hukuk kurultayı, aynı zamanda avukatların ve meslek örgütlerinin, hukukun her alanında ve her düzeyde çalışma yürüttüklerinin ve katkı sunduklarının önemli bir göstergesidir.

İlki 2000 yılında Anayasa tartışmaları kapsamında ve özellikle Anayasa ile idare hukuku çerçevesinde düzenlenen Uluslararası Hukuk Kurultayı, bir önceki, yani 2020 yılında düzenlenen ve insan hakları ve hak savunuculuğu başlığını taşıyan 11’incisiyle birlikte uygulamaya koyduğu açık çağrı ve kapalı hakem değerlendirmesi usulüyle akademik anlamda da niteliğini artırmıştır. Bu usulü devam ettirerek, ülkemizin en yakıcı sorunlarından birisine çözüm aramak üzere bugün 12’ncisi olarak düzenlenen ve hayata geçirilen kurultay sebebiyle Ankara Barosu yönetimini ve Kurultay Yürütme Kurulu ile Bilim Heyeti’ni canı gönülden tebrik ediyorum.

“SOMUT BİR DÜNYA SAVAŞI KONSEPTİ OLMAKSIZIN ON MİLYONLARCA İNSANIN KİTLESEL BİR GÖÇ HAREKETİ İÇERİSİNDE OLDUKLARINI GÖRÜYORUZ”

Ulusal ve uluslararası göç, zorunlu göç mağdurları, mülteciler, sığınmacılar, geçici koruma kapsamında olanlar… İnsanlık, 20. yüzyıl boyunca büyük trajedileri tanıklık etti ve bu trajedileri kavramsallaştırarak bunlara isimler verdi. Sözgelimi, daha önce de dünya çapında savaşlar yaşanmıştı ama dünya savaşı kavramı, bir 20. yüzyıl icadıdır. Daha önce de kitlesel katliamlar yaşandı ama ‘holocaust’ ve ‘soykırım’, 20. yüzyıl icadıdır. İnsanlık, daha önce de büyük kitlesel göç hareketleri yaşadı ancak saydığım kavramlar, birer 20. yüzyıl icadıdır. Yirminci yüzyıldan aldığımız kavramsal miras, 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamaya yaklaştığımız bugünlerde daha hararetle tartışılıyor. Zira adeta bir uzatılmış 20. yüzyıl finali gibi yaşadığımız şu günlerde siyasi, sosyal, iktisadi, hukuki vb. gelişmeler, kendilerini ifade etmekte yararlandığımız kavramsal çerçeveleri zorluyor ve insanlığın bu kavramlar çerçevesinde kurduğu yapıları sorgulatıyor. Bugün adı konmamış vesayet savaşları sürse de somut bir dünya savaşı konsepti olmaksızın on milyonlarca insanın kitlesel bir göç hareketi içerisinde olduklarını görüyoruz. Bu sosyal olguyu, bir yandan eski kavramlarımızla mülteci, sığınmacı şeklinde tarif etmeye çalışıyoruz. Ancak öte yandan eski kavramlarımıza dayalı olarak inşa ettiğimiz yapıların, uluslararası mekanizmaların hatta yurttaşlık, insan hakları vb. şeklindeki diğer kavramların karşı karşıya olduğumuz olguyu karşılamakta yetersiz kalışına şahit oluyoruz. Bugün, hangi kavramı tercih ediyorsanız mülteci, sığınmacı, zorunlu göç mağduru, düzensiz, belgesiz ve/veya kaçak göçmen; nasıl adlandırılırsa adlandırılsın bu meselenin aynı zamanda siyasi ve sosyal bir kriz olarak yaşanmasının sebeplerinin burada aranması gerektiğini düşünüyorum.

“BİR YANDAN IRKÇILIK DÜZEYİNE VARAN BİR GÖÇMEN KARŞITLIĞI YÜKSELİYOR, ÖTE YANDAN SAF BİR HAYIRSEVERLİK DÜZEYİNDE HÜMANİZM DİLE GETİRİLİYOR”

Emperyalist politikalar, dünyanın geri bırakılmış halklarının yaşadığı coğrafyaları çeşitli şekillerde talan ederken büyük bir göç dalgasına sebebiyet veriyor ve bu göç dalgası, merkez olarak adlandırılan ülkelerde sosyal, siyasi ve iktisadi bazı sonuçlar doğuruyor. Bir yandan ırkçılık düzeyine varan bir göçmen karşıtlığı yükseliyor, öte yandan saf bir hayırseverlik düzeyinde hümanizm dile getiriliyor. Her halükarda elimizdeki siyasi ve hukuki araçlar, bize karşı karşıya olduğumuz olguyla baş edebileceğimiz imkanları sunmuyor. Şahsen, karşı karşıya olduğumuz olağanüstü hareketliliğe tek bir kavramsal çerçeve, tek bir çözüm aracı ile karşılık verebileceğimizi düşünmüyorum. Ne zenofobik politikalara ne de ütopik bir kardeşlik söylemine dayanarak bir hukuki çerçeve çizilebileceğini düşünüyorum. 21. yüzyıldaki göç ve mültecilik olgusunun ortak akla dayalı, bilimin süzgecinden geçmiş tartışmalara dayanarak ele alınabileceğini ve doğru çözüm yöntemlerine bu şekilde ulaşılabileceğini düşünüyorum.”

Kaynak: anka