TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımayı hedefleyen bir karar tasarısının parlamentolarına sunulması nedeniyle İzlanda Parlamentosu (Althingi) Başkanı’na bir mektup yazdı. Şentop, “Konunun tarihî ve hukuki veçhelerine hâkim olmadan bir ülkeyi böylesine ağır bir suçla itham etmek, hukuki olmadığı gibi ahlâki de olmayacaktır” dedi.

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımayı hedefleyen bir karar tasarısının parlamentolarına sunulması nedeniyle İzlanda Parlamentosu (Althingi) Başkanı’na bir mektup yazdı. Olayların tarihi ve hukuki görünümlerine hakim olunmadan itham etmenin hukuki ve ahlaki olmadığını belirten Şentop’un, İzlanda Parlamentosu Başkanı Steingrimur SIGFUSSON’a yazdığı mektup şöyle:

“Asılsız iddialar üzerine inşa edilen ve 1915 olaylarını soykırım olarak tanımayı hedefleyen bir karar tasarısının parlamentonuza sunulduğunu öğrendim. Bazı çevrelerin kışkırtmasıyla ortaya çıktığını bildiğimiz bu tür mesnetsiz girişimlerin, ülkelerimiz arasında mevcut iyi ilişkileri gölgelemekten başka bir netice doğurmayacağı aşikardır. Parlamentolarımızın ikili ilişkileri geliştirmek ve daha ileriye taşıma noktasında üstlendikleri önemli rolden hareketle, bahse konu karar tasarısı ele alınırken akılda tutulması gerektiğini düşündüğüm bazı tarihî ve hukuki vakıaları sizinle paylaşmak istiyorum. Zira konunun tarihî ve hukuki veçhelerine hâkim olmadan bir ülkeyi böylesine ağır bir suçla itham etmek, hukuki olmadığı gibi ahlâki de olmayacaktır."

"MEŞAKKATLİ ŞARTLARIN KAÇINILMAZ NETİCESİ"

Meselenin anlaşılabilmesi için 1915 olaylarının geçtiği dönemde yaşananların iyi bilinmesi gerektiğini ifade eden Şentop, mektubuna şöyle devam etti:

"Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi, bağımsızlık hayâli kuran radikal Ermeni gruplar tarafından bir fırsat olarak görülmüştür. Düşman orduları tarafından silahlandırılan ayrılıkçı Ermeni çeteleri, Osmanlı ordusuna ve Müslüman sivillere saldırılar başlatmış, Osmanlı Hükûmetine karşı isyan etmiştir. Osmanlı Hükûmeti ise ortaya çıkan meşakkatli şartların kaçınılmaz bir neticesi olarak, Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkartmış, askerî bakımdan stratejik yerlerde yaşayan Ermeniler, ülkenin savaş bölgesinden uzakta kalan güney bölgelerine sevk edilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide veya tehlikeye değil, bilfiil devam eden bir isyana ve artarak süren katliamlara karşı alınmış meşru ve makul bir tedbirden ibarettir.

"1,5 MİLYON ERMENİNİN KATLEDİLDİĞİ İDDİASI AKIL, MANTIK DIŞI"

Sevk ve İskân Kanunu, ırk ayrımına dayalı bir uygulama olmadığı için, Ermenilerin önemli bir kısmı mezkûr kanun kapsamına alınmamış, 300 bin Ermeni, çoğu İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak üzere savaş döneminde mevcut yerlerinde yaşamaya devam etmiştir. Sürecin hassasiyetle yürütülmesi sayesinde yüzbinlerce Ermeni sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaşmış, savaş sonrasında da asıl ikamet yerlerine dönebilmiş, geri dönenlerle birlikte Ermeni nüfus 650 bine yaklaşmıştır. Savaş esnasında sadece Rusya ve İran’a 500 bin civarında Ermeni’nin göç ettiği de tarihî belgelerde kayıt altına alınmıştır. Savaş başladığında Ermeni nüfusun en fazla 1,3 milyon olduğu gerçeği dikkate alındığında, 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiği yönündeki iddiaların akıl ve mantık dışı olduğu kolayca anlaşılacaktır.

"ERMENİLERE KARŞI SUÇ İŞLEYEN 67 KİŞİNİN İDAMINA HÜKMEDİLDİ"

Bu süreçte, Osmanlı idaresi tarafından sevk edilen Ermenilerin güvenliğinin sağlanmasına yönelik her türlü tedbirin alınmış olduğuna da dikkatinizi çekmek isterim. Hükûmetin talimatlarına uymayan ve Ermeni kafilelerine karşı suç işleyen resmî görevliler ve siviller, 1916 yılında kurulan Askerî Mahkemelerde yargılanmış; yargılama sonucunda 1763 kişinin tutuklanmasına ve 67 kişinin idam edilmesine hükmedilmiştir. Sadece bu durum dahi, soykırım suçunun ayırt edici özelliği olan özel kasıt (dolus specialis) unsurunun tespit edilemeyeceğini, dolayısıyla soykırımdan bahsetmenin mümkün olmadığını ispata kâfidir.

Türkiye, arşivlerini bütün dünyaya açarak gerçeklerin bağımsız ve tarafsız bir şekilde araştırılması için samimi ve şeffaf bir yaklaşım benimsemiştir. Tarihî gerçekleri gün yüzüne çıkarmak gibi bir derdi olmayan Ermeniler ise belgeler üzerinden bir inceleme yapılmasına yanaşmamış; Türkiye’nin bu yapıcı ve hakkaniyetli tavrı maalesef mâkes bulmamıştır. 1915 olaylarına ilişkin hiçbir mahkeme kararının bulunmadığı ortadayken, yaşananları “soykırım” olarak adlandırmak hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır. 

"GİRİŞİME DESTEK VERMEYECEĞİNİZE İNANIYORUM"

Kısaca, hem tarihî gerçekler hem de hukuki normlar açısından bakıldığında herhangi bir soykırımdan bahsetmek mümkün değildir. Tarih ve hukuk perspektifinden tezlerini somut olgularla destekleyemeyen Ermeni lobilerinin meseleyi siyasi propaganda aracına dönüştürerek parlamentoların kapılarını çalma sebebi bu bağlamda daha kolay anlaşılacaktır.  

Parlamentoların yetkisinde olmayan bu tartışmalı tarihî meselenin, olumlu gündem çerçevesinde geliştirmeyi arzuladığımız ikili ilişkilerimizi ve iş birliğimizi etkilemesine müsaade etmememiz gerektiği kanaatindeyim. Söz konusu girişime destek vermeyeceğinize inanıyor, uygun bir zamanda bir araya gelerek ülkelerimizin müşterek faydasını ilgilendiren konularda fikir teatisinde bulunmayı temenni ediyorum.”

Kaynak: anka