Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Karamollaoğlu, “Demirören Holding’in Ziraat Bankası'ndan 750 milyon TL kredi aldığı ve geri ödemediği” iddiaları hakkında; “Meğer vatandaştan, KYK borçlusu gençlerden alacağını söke söke alan devlet, kimlere göz yummuş artık ortaya çıktı. Ziraat Bankası aslında hangi amaçla kimlere kıyak çekmiş onun da ortaya çıktığı kanaatindeyiz” dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. 4 yıl önce bugün terör örgütü tarafından katledilen Şehit Öğretmen Aybüke Yalçın'a rahmet dileyen Karamollaoğlu; 3 Haziran'da yaptıkları Esnaf Kongresi’ni, yarın yapacakları Tarım Kongresi’ni, LGS'de sorulan soruları, müsilaj sorununu, Ziraat Bankası tartışmasını değerlendirdi. Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle:

"BEN VERGİ DAİRESİNE BULGUR MU VERECEĞİM, PİRİNÇ Mİ?"

"Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz Esnaf Kongremizde esnafımızın sorunlarını kendilerinden dinledik. Esnafımız doğrudan doğruya kendi ağızlarıyla şunları ifade ettiler:

‘Sadece Konya’da 310 meslektaşımız iş yerini kapatmak zorunda kaldı. Türkiye genelinde ise hizmet sektöründe 12 arkadaşımız intihar ederek hayatına son verdi. 50 bin lira kaybım varsa pandemi vesilesiyle bana verilen 3 bin lira ile ben nasıl geçineceğim? Kira, elektrik, su, eleman parası ve ailemin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağım?

Sosyal yardımlaşmaya ve kaymakamlığa gittiğimizde ‘Tamam biz size destek çıkıyoruz’ deyip bize koli gönderiyorlar. Ben vergi dairesine bulgur mu vereceğim, pirinç mi vereceğim? Devletimden hiçbir şekilde maddi yardım alamadım. Sadece istediğim devletimiz bizi görsün ve bize sahip çıksın. Biz pandemi başladığında 25 personelle çalışıyorduk. Şu an sadece 8 kişi ile çalışıyoruz.’

"YARIN ÇİFTÇİLERİMİZLE BİR ARAYA GELECEĞİZ"

Beş ayrı esnafımızın yüreğinden ve dilinden dökülen cümleler bunlar. Bizler bu cümlelerin birer istisna olmasını isterdik ancak esnafımızın çoğunluğu bu sorunlarla baş başa ve de çaresiz bırakılmış durumda.

İşte ekonomimizin bel kemiği olan esnafımızın hali. Görmedim, duymadım, bilmiyorum demenin geçerliliği yok artık. İktidarda bulunma sorumluluğunun gereğini artık bir saniye bile geciktirmeden yerine getirme mecburiyetindesiniz. Biz Saadet Partisi olarak şu an muhalefetteyiz ve üzerimizdeki bu sorumluluğun tüm gerekliliğini eksiksiz yerine getirmekte de kararlıyız. Vatandaşımızın sesine ses olmaya, her bir vatandaşımızın derdini kendi derdimiz kabul ederek çözüm yollarını aramaya ve paylaşmaya devam edeceğiz. Bu maksatla yarın da çiftçilerimizle bir araya geleceğiz. Çiftçi Kongremizi icra edeceğiz ve çiftçilerimizin sıkıntılarını ve taleplerini yine birinci ağızdan, doğrudan kendilerinden dinleyeceğiz.

Ve iktidar bugüne kadar olduğu gibi sorumluluklarını yerine getirmemeye devam ederse inanıyoruz ki ilk seçimde milletimiz Saadet Partisi’ni yetkilendirecek ve o zaman biz bu yetkilendirmenin bütün gerekliliğini yerine getireceğiz.

"ALMANYA'DA BİR ARABA 10 AYLIK ASGARİ ÜCRETLE ALINIRKEN TÜRKİYE'DE 60 AYLIK ASGARİ ÜCRETE ALINIYOR"

Bugün her bir vatandaşımız ve toplumun her bir kesimi büyük problemlerle karşı karşıyadır. Hal böyleyken iktidarda bulunan arkadaşlar bir başka Türkiye tablosu çizmeye gayret ediyorlar. ‘ABD bizi kıskanıyor, Avrupa bize imreniyor, yakında çağ atlayacağız, onlar da çatlayacaklar patlayacaklar’ gibi ifadelerle algı yönetmeye gayret ediyorlar. Keşke ortada kıskanılacak bir ekonomi tablomuz olsa.

Ama maalesef böyle bir tablo yok ve ne yazık ki durum hiç de gösterilmeye çalışıldığı gibi değil. Hem alım gücü, hem hayat pahalılığı pek çok konuda dünya sıralamasında özellikle son yıllarda diğer ülkelerin epeyce gerisine düştük. Son günlerde vatandaşımız araba fiyatlarından ve bu nedenle araç sahibi olamadıklarından epeyce şikayetçiler. Bu konuda bir kıyas yaparsak bunun neden böyle olduğunu açıkça görebiliriz. Otomobil bazılarına göre lüks gibi gözükse de içinde bulunduğumuz şartlarda otomobil sahipliği artık bir gereklilik haline geldi demek pek de abartılı değil.

Öncelikle TÜİK verilerinden hareketle ülkemizin en az iki ailesinden birinin arabasının olmadığı anlaşılıyor. Eurostat verilerine göre ise dünya genelinde bin kişiye düşen otomobil sayısında son sıralardayız. Gelişmiş ülkeleri bir kenara bıraksak bile Bulgaristan ve Romanya’nın dahi yarısından daha az otomobil sahipliğimiz söz konusu. Bunun ne manaya geldiğini şu misalle ortaya koymaya çalışacağım. Aynı model ve marka otomobil fiyatının Almanya’daki bir asgari ücretli ile Türkiye’deki bir asgari ücretlinin kaç aylık maaşına denk geldiğini kıyaslamak istiyorum. Almanya’da brüt asgari ücret 1614 euro. Türkiye’de brüt asgari ücret 3577 lira. Aynı model Volkswagen Polo marka araç Almanya’da 16 bin Euro, Türkiye’de ise 216 bin lira.

Bu verilerden anlaşıldığı üzere aynı model ve aynı marka araç Almanya’da 10 aylık asgari ücretle satın alınabilirken Türkiye’de tam 60 aylık asgari ücretle satın alınabiliyor. Şimdi soruyorum, kim kimi kıskanıyor? Kim milleti aldatıyor ve kim insanımızı yaya bırakıyor? Biz istiyoruz ki insanımız için en temel ihtiyaçlar, hayal bile edilemeyen şeyler olmasın.

"LGS'DE SORULAN MATEMATİK SORULARI YETKİLİLERİN HALDEN ANLAMAZLIĞININ ÖRNEĞİ"

Eğitim gibi hayati ve asla ihmal edilemeyecek bir konuda birçok sıkıntı yaşanmakta. Uzunca bir süredir uzaktan eğitimle idare edilmek istenen eğitim öğretim süreci kısmen sona erdi ve bu hafta itibariyle de yüz yüze eğitim haftada iki gün olmak üzere başlatıldı. Geçen hafta sonu gerçekleştirilen Liselere Geçiş Sınavı’nda sorulan matematik soruları yetkililerin halden anlamazlığının örneği olarak ortaya çıktı. Pandemi döneminde herkes aynı eğitimi ve desteği almamışken herkese bu denli zor sayılabilecek soruların sorulması eğitimde yıllardan beri yaşanan fırsat eşitsizliğini derinleştirmekten başka bir mana ifade etmiyor.

"15 YIL ÖNCE EYLEM PLANI HAZIRLANMIŞ, TATBİKATA KOYULMAMIŞ"

Maalesef memleketimizde bazı çevrelerin biraz daha para kazanma hırsı, iktidarın da bu konudaki duyarsızlığı bizi en çok endişe ettiren husus. Bugün denizlerimizde gördüğümüz şey çevreyi kirletmeye ve memleketimizin doğal güzelliklerini tahrip etmeye dayalı büyüme modellerinin artık sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Bazı şeyler maalesef yıllarca savsaklanıyor, meseleler patlayınca da şaşkınlıkla sözde acil eylem planları hazırlanıyor ama bunun harekete geçmesi hemen mümkün olmuyor. Marmara Denizi’ndeki müsilajın en önemli nedenlerinden olan atık sularla ilgili 2006 yılında çıkan kentsel atık su yönetmeliği bugüne kadar uygulanmadı. Neden? Tam 15 yıl önce bir problemin farkına varılmış, bir yönetmelik hazırlanmış, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çıkarılan deniz salyalarının kıyıya vurmasına kadar bu yönetmeliği tatbikata koymamış. Buna gaflet de diyemiyoruz çünkü farkına varmışlar, bir problem olduğunu görmüşler, bir yönetmelik hazırlamışlar ondan sonra da rafa kaldırmışlar, tek bir adım dahi atmamışlar. Demek ki iş tatbikata gelince birileri rahatsız olmuş. Çünkü çevreyle ilgilenmek, tedbir almak hem devlete hem hükumete hem de bu kirliliği yapanlara mali bir yük getirir. Kim etki yapmış da 15 yıl bu yönetmelik rafa kaldırılmış. Bunun hesabını soramazlarsa bu problemleri çözemezler.

"VİCDANLAR KİRLENMEYE BAŞLANDIYSA ÖNÜNE GEÇMEK İMKANSIZ"

Yargı mensupları, emniyet yetkilileri, siyasiler, iş adamları, gazeteciler ve mafya liderleri aynı cümlenin içinde zikredilir hale geldi. Ayrıca aynı otelde tatil yaptıkları ve para alışverişinde bulundukları iddiaları dile getiriliyor. Yaşananların karşısında yetkililerin sessizliği ise istifhamların artmasına, iddiaların doğru olabileceğine yönelik kanaatlerin pekişmesine ve kamusal vicdanın yaralanmasına yol açıyor. Çevre kirliliği önemli ama vicdanlar kirlenmeye başladıysa bunun önüne geçmek neredeyse imkânsız gibi. Tövbe etmekten, hatalarını tekrar gündeme getirip kabul etmekten başka çare yok.

"ÜLKEMİZ BU MÜSİLAJDAN ARINMALIDIR"

Ülkemizde son yıllarda medyanın ne hale geldiğini hepimiz görmekteyiz. Şimdi ortaya atılan iddialar ve yaşanan son gelişmeler bu düzenin nasıl tesis edildiğini, yargı-medya-sermaye düzeninin iktidara bağımlı yapısını ve bu kötü yönetme halinin ürettiği siyasal sonuçları gözler önüne serdi son zamanlar. Meğer vatandaştan, KYK borçlusu gençlerden alacağını söke söke alan devlet, kimlere göz yummuş artık ortaya çıktı. Çiftçiye, esnafa, vatandaşa destek olması gereken Ziraat Bankası aslında hangi amaçla kimlere kıyak çekmiş onun da ortaya çıktığı kanaatindeyiz. Her yerimiz dert küpü. Denize bakıyoruz dert var, karaya bakıyoruz dert var, ekonomiye bakıyoruz almış başını gidiyor. İster istemez Ziraat Bankası’yla ilgili birkaç soruyu sormak ihtiyacını duyuyoruz. Ziraat Bankası’nın kuruluş amacı ne? Türkiye’de tarım ve hayvancılığı desteklemek; çiftçiye, köylüye, vatandaşa destek olmak amacıyla mı kuruldu yoksa geri planda başka bir amacı mı vardı? Şu anda denklem maalesef tersinden işliyor. Fakirden alınıyor zengine veriliyor, işçiden alınıyor patrona veriliyor, esnaftan veriliyor müteahhide ve medya holdinglerine veriliyor. Hiçbir zaman sermaye düşmanlığı yapmadık, yapmayız. Dürüst bir şekilde çalışan esnafımızın da, sanayicimizin de, iş adamımızın da arkasındayız. Ama siz memleketin içine sürüklendiği problemlerin yükünü vatandaşımızın sırtından alacağınıza onun sırtına vurursanız işte ona rıza göstermeyiz. Bu neyin desteği, elbette millet bunu bilmek istiyor. Parası olmayan bir insan bir medya kuruluşunu neden almaya kalksın ve bu paranın ödenip ödenmediğini de banka yetkilileri neden takip etmesin. 2008 yılında bir medya kuruluşunun satışında buna benzer bir olay yaşanmıştı, şimdi haklı olarak sormak durumundayız. 13 sene evvel Vakıfbank’tan alınan krediyle satın alınan bu kuruluşun borcu ödendi mi ödenmedi mi? Burada açık bir çağrıda bulunuyorum. Adaletten emniyete, iş dünyasından siyaset kurumuna ve devletin tüm kılcal damarlarına varıncaya dek ortalığı saran bu müsilajdan ülkemiz bir an evvel arındırılmalıdır.”

 

Kaynak: anka