Bugün 12 Eylül. Kenan evren ve silah arkadaşları tarafından Türkiye yönetimine bugün cebren el konulmuştu. Evet bugün 12 Eylül'ün 41. Yılı.

12 Eylül’ saat gece 03.00’te Türkiye tank sesleri ve postalların sesiyle uyanmıştı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren beraberindeki dört kuvvet komutanı ile TRT’den halka ordunun yönetime el koyduğunu açıklamıştır. Mustafa Pehlivanoğlu'nun ahı Kenan Evren'in peşini bırakmadı | Yekvucut

Org. Kenan Evren, ordunun iç hizmet kanununda yer alan “Cumhuriyeti koruma ve kollama” görevine dayanarak yönetime neden el koyduklarını anlatan konuşmasında, ülkenin bir kardeş kavgasına sürüklendiğinden ve siyasîlerin bu durum karşısında üzerlerine düşeni yapmadıklarından bahseder. Kenan Evren’e göre, silâh arkadaşlarının yönetimi ele alma gibi bir amaçları yoktur ve sadece şartların zorlamasından dolayı 12 Eylül Harekâtı’na gidilmiştir. Hâlbuki, kendi hatıralarında da belirttiği gibi 12 Eylül gecesi, özellikle MHP Genel Merkezi’ne plânlı bir operasyon düzenlenmiş, emri alır almaz bütün askerî birlikler harekete geçirilerek, önemli noktalar tutulmuştur.

12 Eylül Harekâtı çok önceden plânlanmış ve uygulamaya konulmuştu.

12 Eylül’ün en mağdur ettiği lider Alparslan Türkeş olduğu da MHP Davası’nda ortaya çıktı.

İzmir yakınlarındaki Uzunada’ya gönderilen Alparslan Türkeş, bir ay sonra Ankara’ya getirilip, ilk sorgusundan sonra tutuklanacaktır. Çünkü askerî savcı Türkeş’in birtakım eylemlere karıştığını iddia ederek, yargılanmasını talep etmiştir. Ankara’ya getirilen Türkeş, bir müddet ceza evi hâline getirilen Ordu Dil Okulu’nda tutuklu kaldıktan sonra, uzun yıllarının geçeceği Mamak Askerî Tutukevi’ne nakledilir.

12 Eylül’ün Türkeş ve ülkücülere kurduğu tezgâh artık resmen işlemeye başlamıştır.

aralarında Alparslan Türkeş ve MHP yöneticilerinin bulunduğu 587 kişi, “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında idam talebiyle yargılanma(ma)ya tâbi tutulmuşlardır. Mamak Askerî Cezaevinin C 5 işkencehanelerinde yıllarca süren sorgular, mesnetsiz suçlamalar ile bu dönem, ülkücü gençliğin unutamayacağı ve affedemeyeceği bir dönem olacaktır.

Alparslan Türkeş, yaptığı savunmada tarihe not düştü: “Bu iddianame baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım, demeçlerim, konuşmalarım, icraatım bu iddialara baştan aşağıya reddiyeden ibarettir” olmuştur .

12 Eylül mahkemeleri zulmün, işkencenin ve adaletsizliğin birer canlı örneği olarak daima hatırlanacaktır. Ülkücülere, Türk milliyetçilerine karşı kasıtlı olarak düşmanlıkla ve ön yargıyla hareket edilmiştir.

ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN MAHKEMEDE SAVUNMASINA BAŞLAMADAN ÖNCE KULLANDIĞI ŞU CÜMLELER ÖNEMLİDİR

"Elhamdülillah, inanmış, samimi bir Müslümanım; fanilik hissine aşinayım. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu biliyorum.

Şu anda burada bulunuşumuzda inanıyorum ki herşeyden önce bir kader tecellisidir, ilahi bir imtihandır. Sabır ve şükürle karşılıyor ve bu imtihandan da yüz akıyla çıkmayı bize nasip etmesini Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Rahmet ve şaşmaz adalet ümidimiz yalnız Allah'tandır.

Bir askeri mahkeme huzurunda olduğumu biliyorum. Bu vaziyetin gerektirdiği dikkat ve nezaket içinde olmaya çalışacağım. Ancak şunu bilesiniz ki, konuşmamın birinci saiki, bu mahkemenin vereceği karara tesir etmek, mahkemeden kendi lehimize bir karar istihsaline çalışmak olmayacaktır. Şahsım itibariyle bu mahkemeden sadır olacak her türlü karar bence müsavidir. Konuşmama "Şahsım için ne olacak?" endişesi yön verecek değildir.

Ben burada önce Allah (c.c)'ın huzurunda, sonra tarihin ve milletin huzurunda olduğumun huşuu, mes'uliyet ve vekarı içinde konuşacağım.Burada bir hesap görülecektir. Benim için bir bir hesap verme bahis konusu ise, o hesabı milletime ve tarihe vereceğim.

Gayet açıklıkla söyleyelim ki, Türk Milletinin vicdanında teşekkül edecek olan hüküm ve tarihin hükmü, bana göre mahkemenin tesis edeceği hükümden çok önde gelir.

Taşıdığım bayrak, temsil ettiğim mukaddes Türk milliyetçiliği uğrunda, komünist ve bölücü hainlerin kurşunlarıyla toprağa düşerek şehitler ordusuna katılmış olan Ruhi Kılıçkıran'dan Gün Sazak'a kadar şehit evlat ve kardeşlerimin rühaniyetlerinin de şu anda bizimle beraber olduklarını bir şekilde konuşmaya, yalnız hak bildiğimi söylemeye mecburum. Çünkü onlar, üçbinaltıyüz can, bu hak bildiğimiz yolda "vatan-millet-din ve devlet" uğrunda şehit oldular.

Onlar hem şehitlerimiz, hem de şahitlerimizdir. Yarın huzur-ı ilahide de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır...

Onların huzurunda, Onlar için konuşacağım!

Ebed-müdded olan Türk Devletine; kıyamete kadar hür, müstakil, mes'ud ve müreffeh yaşamasını, her gayeden aziz bildiğimiz Büyük Türk Milletine bugüne kadar hizmet etmiş ve etmekte olanlar için; yarın aynı yolda, aynı heyecan ve şuurla bu kutsal hizmetin bayrağını taşıyacak olanlar için konuşacağım!

Milletim aldatılmasın, şaşırtılmasın; milletim gerçeği bilsin diye konuşacağım!

Huzur-u İlahiye yüz akıyla çıkmaktan başka hiçbir endişeye gönlümde yer yoktur. Hiç kimsenin merhamet ve insafına şahsen ihtiyacım yoktur.

Sözüm, tenkidim, talebim yalnız Hak ve Hakikat namınadır.

Yalnız mülkün temeli olan adalet nâmınadır.

Yalnız milletim ve devletim içindir."


Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ

(Başbuğ'un 12 Eylül Mahkemesi'ndeki Konuşmasından Bir Bölüm)

12 Eylül'e giden sürecin hazırlıkları yaklaşık 4 ay sürdü. Kod adı "Bayrak Harekatı" olarak belirlenen darbe planının uygulanması için ordu komutanlarına 11 Temmuz saat 04.00'te harekete geçilmesi emri verildi.

Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki hükümetin 2 Temmuz'da güvenoyu almasıyla darbeciler planı erteledi.

Tarihler 12 Eylül'ü gösterdiğinde Türkiye'yi karanlığa götüren plan, aynı isimle sabaha karşı uygulandı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan darbeci Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı.

Anayasayı uygulamadan kaldıran darbeciler, ardından TBMM'yi lağvederek antidemokratik faaliyetlerine devam etti.

Ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildikten sonra sivil toplum kuruluşlarını hedef alan darbeciler, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetlerini askıya aldı.

Siyasi partilerin kapısına kilit vuran darbeciler, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit'i Hamzakoy, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş'i ise Uzunada'ya sürgüne göndererek siyasi yasaklar getirdi.

"Asmayalım da besleyelim mi?"

Antidemokratik uygulamalarına her gün yenisini ekleyen darbeciler, acısı yıllarca hafızalardan silinmeyecek idam kararlarına da imza attı.

Takvimler 9 Ekim 1980'i gösterdiğinde sol görüşlü Necdet Adalı ile ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi.

Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren'e idam cezası verildi.

Eren'in idam hükmü, Yargıtay tarafından 2 kez iptal edilmesine rağmen Milli Güvenlik Konseyince onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980'de Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde infaz edildi.

Evren'in 17 yaşında astırdığı Eren için söylediği "Asmayalım da besleyelim mi?" ifadesi, darbecilerin karanlık yüzünün aynası oldu.

Kanlı uygulamaların yanı sıra demokrasinin askıya alındığı süreçte 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam talep edildi. 517 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı süreçte 50 kişi idam edildi. Onlarca gazeteci hakkında binlerce yıla varan hapis cezası istendi.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından 14 bin kişinin çıkarıldığı bu dönemde 30 bin kişi ise "sakıncalı" olduğu iddiasıyla işinden edildi.

Kültür ve sanat hayatının da hedef alındığı 12 Eylül'de, yaklaşık bin film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.

17 yaşında idam edilen Erdal Eren

30 Ocak 1980’de ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in cenazesinde yaşanan olaylar sonrasında er Zekeriya Önge’yi vurduğu iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, Kenan Evren'in "Asmayalım da besleyelim mi" diyerek, tek kanıt sunmadan idam ettirdiği devrimci gençlerden biri olmuştu.

İdam kararı verilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve sonrasında hemen idam edildi.

Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal Eren'in idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal Eren'in kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.

"Son Bakış"

Erdal Eren'in cezaevinde çekilen son fotoğrafındaki bakış, üzerinden 41 yıl geçmesine rağmen kala görenleri etkiliyor. Fotoğrafı çeken gazeteci Savaş Ay'ın, sanatçı Sezen Aksu'ya göstermesinin ardından Aysel Gürel'in sözlerini yazdığı, Onur Tunç'un beslediği ve Aksu'nun seslendirdiği "Son Bakış" şarkısı ortaya çıktı.

Darbeciler hakkında dava

Darbeci generallerin belirlediği danışma meclisinin hazırladığı anayasa, 1982'de "güdümlü" referandumla yüzde 92'lik evet oyu aldı.

Evren ve diğer darbeciler, darbe anayasasına dahil ettikleri "geçici 15. madde" ile ömür boyu dokunulmazlık hakkı kazanarak olası bir yargılanmaya karşı önlem aldı.

Ancak "Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağına" dair geçici 15. madde, 12 Eylül 2010'daki referandumla Anayasa'dan çıkarıldı. Böylece darbeciler formaliteden de olsa yargılandı.

Referandumdan bir gün sonra Türkiye'nin dört bir tarafından darbenin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

O dönem hayatta olan Evren ile Şahinkaya hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma açıldı.

Evren ve Şahinkaya hakkında hazırlanan iddianame, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesince 10 Ocak 2012'de kabul edildi.

İki darbeci, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek" ile suçlandı.

Sağlık gerekçesiyle duruşmalara katılmayan Evren ve Şahinkaya, video konferans aracılığıyla yaptıkları savunmalarında suçlamaları kabul etmedi, kurucu iktidar olduklarını, mevcut mahkemelerin kendilerini yargılayamayacağı iddiasını savundu.

Yargılamanın devam ettiği dönemde Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi yasayla kapatılınca dosya Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi.

Mahkeme, 18 Haziran 2014'te Evren ve Şahinkaya'yı, 1979'da verdikleri muhtırayla "anayasa ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs", 1980'deki darbeyle de "anayasayı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM'yi ıskat ve cebren men" suçunu işledikleri gerekçesiyle "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasına çarptırdı.

Mahkeme, takdiri indirimle bu cezayı "müebbet hapse" çevirdi.

Ayrıca 2 darbecinin rütbelerinin sökülmesi için Askeri Ceza Kanunu'nun ilgili hükümlerinin uygulanmasına karar verildi.

Hükmün ardından sanık avukatları, kararı temyiz etti. Dosya Yargıtay'dayken Evren 10 Mayıs 2015'te 98 yaşında, Şahinkaya ise 9 Temmuz 2015'te 90 yaşında öldü.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi temyiz incelemesinde, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi.

Dosyayı yeniden gören ilk dereceli mahkeme, karara uyarak düşme kararı verdi ve dosya tekrar ceza dairesine gönderildi.

Daire, yerel mahkemenin kararını bu kez de usul yönünden bozdu.

Bozma kararında, yerel mahkemenin gerekçesinde lehe olan kanunun 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) hükümleri olduğu belirtilmesine karşın, hüküm fıkrasında 5237 sayılı TCK ve Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyarınca karar verilmesi suretiyle gerekçe ile hüküm arasında karışıklığa neden olunmasının kanuna aykırı olduğu belirtildi.

Ceza dairesinin bozma kararına uyan mahkeme, Evren ve Şahinkaya hakkındaki kamu davasının ölüm nedeniyle "ortadan kaldırılmasına" hükmetti.

2010'da dava açıldı, 2019'da dava geri çekildi

Ceza dairesinin sanıklar hakkındaki hükmü usul yönünden bozmasının ardından 12 Mayıs 2019'da yeniden yargılama yapan ilk dereceli mahkeme, bu kez Evren ile Şahinkaya hakkında "kamu davasının ortadan kaldırılmasına" karar verdi.

Ayrıca Evren ve Şahinkaya'nın mal varlıklarına el konulması ve sanıkların TSK'dan çıkarılmasıyla rütbelerinin geri alınmasına "yer olmadığına" hükmedildi.

Mustafa Pehlivanoğlu, Ulucanlar'da yad edilecek

"Annem son anına kadar 'Mustafam' diyerek gitti"

12 Eylül darbesinden sonra idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu'nun ağabeyi Oktay Fırtına, "Annem son anına kadar, ölürken dahi 'Mustafam' diyerek gitti" dedi.

Fırtına yaptığı açıklamada, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Kenan Evren'in, çok insanın canını yaktığını söyledi.

İnançlı insanlar olduklarını dile getiren Fırtına, "Allah rahmet etsin ama mekanı cennet olmasın" diye konuştu. Evren'in "Bir sağdan bir soldan astık" sözlerini eleştiren Fırtına, "Suçsuz insanları idam ettirdi. Allah'ın verdiği canı hiçbir kul alamaz. Ne oldu? Yaptı bunları... Ne oldu? Cenab-ı Allah buna ne yaptı, 'Sen, kullarıma bunu yaptın, çok can aldın, çok can yaktın, çok haneleri söndürdün, ocakları yıktın. Çekeceksin" ifadesini kullandı.

Kardeşi Mustafa Pehlivanoğlu'nun suçsuz yere idam edildiğini belirten Fırtına, "Ailemizi perişan etti. Annem, babam oğullarının acısıyla yaşadı. Annem son anına kadar, ölürken dahi 'Mustafam' diyerek gitti. Son anına kadar 'Mustafam' diye inledi. Bunun vebalini kim verecek" diye konuştu.



"KENAN EVREN, SOYADIMIZA KADAR DEĞİŞTİRDİ"

O dönemde çok baskı gördüklerini, soyadlarının dahi değiştirildiğini dile getiren Oktay Fırtına, kamudaki işinden çıkarıldığını belirterek, şöyle konuştu:

"Kenan Evren, soyadımıza kadar değiştirdi. Avukatımız, babama soyismimizin değiştirileceğini söylemiş. Fırtına olarak değiştirdik. Soyismimizi değiştirmemize rağmen her yerde tanınıyorduk. Her türlü zulmü gördük. Evimizin çatısına dinamite kadar koydular. Pompalı tüfeklerle, uzun namlulu tüfeklerle evimizi kurşunluyorlardı. Sokağa çıkamıyorduk. Çocuklarımın okumasını dahi engellediler. Cezaevinden kaçtığında bir tabur asker bizim mahalleyi sarmış. Beni götürmek için. Babamı götürmek istediler, 'Babamı götürmeyin, babam yaşlı' dedim. Götürdüler, bana 1 hafta işkence yaptılar. Cereyan veriyor, soluk almasın diye kaburgalarıma basıyorlardı."

Kardeşinin cenazesinin aileye verilmediğini aktaran Fırtına, 6 ay sonra mahkeme kararıyla mezarı açtırdıklarını belirterek, "Cenaze açıldı. Rahmetliyi gördük, o olduğuna inandık. Rahmetlinin mezarı açıldığında sapsarı, hiçbir şey yok, aynı böyle gülümsüyor. Sadece kalbinin olduğu yere su damlamış, kefeni dahi bozulmamıştı. Nur içinde yatıyordu" dedi.


"ANNEM OĞLUYLA GÖRÜŞTÜRÜLMEDİ"

Annesi Zeynep Fırtına'nın idamdan önce görüşe gittiğinde oğluyla görüştürülmediğini aktaran Oktay Fırtına, "Annemin gittiği günün gecesi saat ikiden sonra Ulucanlar'a götürüyorlar. Sabaha karşı da infazı gerçekleştiriyorlar. Evimizin olduğu yer askerlerce çevrilmişti. O gece bütün Ankara sessizdi" diye konuştu.

Kardeşinin idam edildiğini iş yerinde öğrendiğini aktaran Fırtına, şöyle devam etti:

"İdam edildiği gün Başbakanlıktaki işime geldim. Genel sekreter beni çağırdı ve idamı haber verdi. Ben orada yığılıp kalmışım. Olayı orada duydum. Ondan sonra gazetelere baktım. Gazetelerde basılmıştı, televizyonda vardı. Annem geçen yıl öldü. Zaten üzüntüden bitmişti, yürüyemiyordu. Onun ıstırabı devamlı ailemizde yaşıyor. Her 8 Ekim'de biz yeniden aynı acıyı yaşıyoruz.

Annemin ömrü hapishane kapılarında, görüşlerde geçti. Sabah gidiyor, akşam geliyordu. Aç susuz. Hastalandı. Her şeyimizi sattık sırf kurtaralım diye ama maalesef. Tek yaşasaydı... Giden geri gelmiyor."

"KURTULMA UMUDU VARDI"

Kardeşiyle son görüşte konuştuklarını da aktaran Fırtına, şunları söyledi:

"Son görüşümde bana 'Ağabey hiç üzülme. Allah'ın izniyle çıkacağız. Suçsuz olduğumuzu biliyorlar, bırakacaklar' dedi. Yalnız bana yazdığı iki mektubu var. Orada 'İdam cezası verecekler ama temyize gittiği zaman suçsuz olduğumuz anlaşılacak' diyordu. Kurtulma umudu vardı. Görüşlerde de söylüyordu. 'Hiç üzülmeyin, kurtulacağız. Ben suçsuzum' diyordu. İdama giderken de son arzusunu soruyorlar, 'Namaz kılacağım' diyor. Namazını kılıyor bir de 'Anneme, babama mektup yazacağım' diyor. Orada yazıyor. Gayet sakin, namazını kılıyor, mektubunu yazıyor. Her şeyini hazırlamış. Kardeşim tertemiz gitti. Mezarı açıldığında cesedi hiç bozulmamıştı. Melek gibi gülüyordu."

"ÇOK İYİ BİR İNSANDI"

Kardeşinin çok iyi bir insan olduğunu ifade eden Fırtına, "Kardeşim, bir tavuğu dahi kesecek bir insan değildi. Kavgayı sevmezdi. Kendi halinde, okuyordu zaten. O arada da nişan yapmıştık. Kardeşim mütevazı, saygılı bir insandı. Bırakın insanın canına kıymayı, tavuğu dahi kesemezdi. Merhametliydi, dürüsttü. İyi bir insandı. Nur içinde yatsın" dedi.

İadeiitibar ve Pehlivanoğlu soyadını geri almak istediklerini dile getiren Fırtına, avukatlarının hazırlık yaptığını, iadeiitibar ve Pehlivanoğlu soyadını geri almak için başvuruda bulunacaklarını söyledi.

"DEVLET TÖRENİ YAPILMASIN"

Evren'in suçlu bulunduğunu anımsatan Fırtına, Evren'e devlet töreni yapılmasını istemediklerini belirterek, "O merasimi hak eden biri değil. Eğer devlet buna tören yaparsa o devlet devlet değildir, o asker asker değildir. Askeri tören yapılırsa haram olur buna, haram" dedi.

Kardeşinin kendisine yazdığı mektupları da paylaşan Oktay Fırtına, kardeşinin bir mektubunda annesinin idam alacağı karar duruşmasına gelmemesini istediğini ifade ederek, şöyle konuştu:

"Mektubunda, '...Bunu sizden sakladım. Üzülmenizi istemedim. Anneme bir şey olmasını istemediğim için sana yazıyorum. Kimseye söyleme. Ağabey bize idam cezası verecekler, bu kesin. Ama bunu temyiz bozacak. Bu mahkemeden kurtulamayız. Ne yapalım? Abi beni başka cezaevine gönderecekler ama 81'de dışarıdayız' diye yazıyor. Söylediği bu. Bana yazdığı mektupta 'mahkemeye annem gelmesin' diyor."

Editör: Alpaslan CAN