MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, iktidarın ekonomi politikalarını desteklediklerini açıkladı. Bahçeli, “Türkiye, faiz kamburundan kurtulmalıdır. Faiz, uzun vadede üretim sistemine büyük hasarlar vermektedir. Ülkemiz, şu anda dünyada faiz oranın yüksekliği açısından ilk on ülkeden biri, Avrupa’nın da zirvesindedir. Faiz, geleceğimizden çalmaktadır. Bize göre hükümetin izlediği ekonomi politikası doğrudur. Bunun üzerinden polemik yaratmak; ‘bittik, tükendik, yandık, mahvolduk’ demek felaket tellallığıdır, kötü niyetliliktir” dedi.

Devlet Bahçeli, bugün partisinin grup toplantısında konuştu. Bahçeli’ni konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

55 İLİMİZİ ZİYARET ETTİK: “Milletimizin her güzel insanını hızır, ülkemizin her gününü de Kadir gören bir gönül derinliğiyle geçtiğimiz hafta da dahil olmak üzere 30 Ekim 2021 tarihinden bugüne kadar 55 ilimizi ziyaret ettik. Gittiğimiz her yerde coşkuyla karşılandık. Bu vesileyle Anadolu’nun yollarına düşüp vatandaşlarımızla kucaklaşan bütün dava arkadaşlarımı, fedakâr teşkilatlarımızı bir kez daha tebrik ediyorum. İnanıyorum ki verdiğimiz bir selamla bin kalbe girdik. Dert dinledik, deva olacağımızın sözünü verdik.

ATANAMAYAN ÖĞRETMEN SORUNUNA NEŞTER VURULMALI: Sorunsuz öğretmen, sorunsuz eğitim ve öğretim demektir. Sınıfında öğrencileriyle baş başa kaldığında kirasını nasıl ödeyeceğini, nasıl geçineceğini, borç yükünün altından nasıl kalkacağını düşünen, kaygılarıyla korkuları arasına sıkışan bir öğretmenin verimli olması, kendisinden beklenen faydayı gösterebilmesi mümkün müdür? Öğretmenlerimiz huzurluysa evlatlarımız da huzurlu olacaktır. Bu gerçeği artık hepimizin görmesi şarttır. Geleceğimizden tasarruf edemeyeceğimize göre, hiçbir hakkı öğretmenlerimize çok göremeyiz, onlardan esirgeyemeyiz. Mesela atanamayan öğretmen sorununa neşter vurulmalı, bu konu artık kapanmalıdır. Ülkemizin daha da gelişmesi, öğretmenlerin kalitesine, eğitim materyallerine, güncel kütüphanelere, geliştirilmiş müfredata bağlıdır. Bunların hepsi gereklidir ama kalifiye ve iyi motive olmuş öğretmenler olmadan diğerlerinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

CHP GENEL BAŞKANI GAYRİ MİLLİ SİYASETİNİ DEŞİFRE ETMİŞTİR: Türkiye’ye karşı nerede bir cephe açılmışsa maalesef CHP’sinden İP’ine, HDP’sinden diğer marjinal partilerine kadar hepsi içindedir. Bu utanç verici, bu yürek burkan tablo, ülkemizin en derin yarasıdır. Hırslarına, nefislerine, egolarına, küçük heveslerine yenilmiş zillet partilerinin, Türkiye’nin hem yönetim sistemiyle hem milli birliğiyle hem de istiklal davasıyla iflah olmaz meseleleri vardır ve maalesef gerçekler gün gibi meydandadır. Kılıçdaroğlu, geçen hafta bir Yunan gazetesine demeç vermiş, yine çuvallamış, bulanık aklının dibindeki kalın tortuları göstermiştir. Demiş ki ‘İktidara geldiğimizde Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nı kuracağız, neden savaşıyoruz’. Sayın Kılıçdaroğlu, savaş nerededir? Savaşan kimdir? Terörle mücadeleye ‘hayır’ diyen, Türk askerine ‘hayır’ diyen, buna karşılık terör örgütlerine ‘evet’ diyen yozlaşmış bir zihniyetin savaştan anladığı, savaşla kastettiği nedir? Irak’ın kuzeyinde icra edilmiş Pençe Harekatı kapsamında yedi ay içinde 831 teröristin etkisiz hale getirilmesi, bin 407 mağara ve sığınakların imhası Kılıçdaroğlu’nu rahatsız mı etmiştir? Mavi Vatan’daki dik duruşumuzla birlikte Libya, Irak ve Suriye’de barış ve istikrarın müdafaasını yapmamız uykularını mı kaçırmıştır? Kırmızı listedeki terör elebaşlarını nokta operasyonlarla tasfiye etmemiz kabus mu yaşatmıştır? Türkiye düşmanlarıyla kucaklaşmak maksadıyla helalleşme sayfası açan Kılıçdaroğlu’nun dilinin altındaki bakla nedir? Yunan gazetesine, Akdeniz ve Ege’deki egemenlik mücadelemizin haklılığını anlatmayan, Yunanistan’ın artan tahriklerine ve silahlanmasına tepki göstermeyen CHP Genel Başkanı, bir kez daha yanlışa gömülmüş, bir kez daha gayri milli siyasetini deşifre etmiştir. İşte CHP budur; işte Kılıçdaroğlu, böylesi bir çıkmazın anaforundadır. Diğer yandan, bu partinin bir grup başkanvekili televizyona çıkmış, ‘HDP’nin PKK ile ilişkisi olduğunu görmedim’ diyecek kadar milli gerçeklerden kopmuş, Kılıçdaroğlu’nu tamamlamıştır. Be hey gafil, bakıyorsun ama görmüyorsun; görüyor ama itiraf edemiyorsun. PKK ile HDP’nin kanlı madalyonun iki yüzü olduğunu cümle alem gördü de bir tek siz mi görmediniz, yalnızca siz mi fark edemediniz? Bu nasıl boş kafadır? Bu nasıl pes etmiş, teslim olmuş, katile hayran olmuş sefil bir zihniyettir?

SÖMÜRÜDÜR, İSTİSMARDIR, HÜSRANDIR: Bununla da kalmayan bu siyasi bedhah, ‘Demirtaş’ın ve Kavala’nın tutukluluğunu doğru bulmuyoruz’ açıklamasıyla CHP’nin kimlerin elinde un ufak olduğunu ispatlamıştır. Demirtaş’ın niye tutuklu olduğunu ben söyleyeyim; çünkü teröristin yeri, sokaklar, siyaset koridorları, özgür bir hayat değil demir parmaklıkların arkasıdır. Bu ülkede kuyumuzu kazmaya çalışan Sorosçulara müsamaha yoktur, bunların da adresi cezaevidir. CHP yönetiminin teröristlerle ve Sorosçularla bu denli iç içe geçmesi, öncelikle geçmişlerine, kendi partililerine hakaret, hatta hıyanettir. Kılıçdaroğlu’nun ‘İktidarımızda başörtülü bakan olacak’ ifadesi de sömürüdür, istismardır, vaki gerçekleri görememenin hüsranıdır. İktidara gelmesi hayal olan bu zihniyetin Türkiye’de başörtü meselesinin çözüldüğünden, artık bu meselenin çok gerilerde kaldığından haberi yoktur. Siz, başörtülü bakanı konuşmaktan önce, ikna odalarında eziyet ettiğiniz, üniversite kapılarından geri çevirdiğiniz gencecik kızlarımızın hesabını verin de görelim. CHP ile İP’in paçası tutuşmuş olacak ki genel başkanlar düzeyinde birbirlerine ziyaretleri sıklaştırmışlar, en son olarak asık ve mutsuz yüz hatlarıyla kamuoyunun huzuruna çıkmışlardır. Ne yaparlarsa yapsınlar, milletin demokratik tecziyesinden kesinlikle kurtulamayacaklardır.

BU DİL BÖLÜCÜ DİLDİR: İP’in başkanı, Türkiye’nin farklı farklı mahallere bölündüğünü söylüyor. Bu dil bölücü bir dildir. Bu üslup zararlıdır, zillettir. Türkiye, doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine birdir, bütündür, Türk milleti ise büyük ve kutlu bir ailedir. Bölünen mahalleler değil, zilletin ta kendisidir. Ne sokaklarımızı ne mahallelerimizi ne şehirlerimizi ne vatanımızı ne de insanlarımızı bölmeye hiç kimsenin, hiçbir alçağın gücü yetmeyecektir.

50+1 TARTIŞMASINDA TAM BİR KAFA KARIŞIKLIĞI HAKİM: İP Başkanı, yüzde 50+1’in şahsıma sorulmasını istemiş. Bu arada gazetelerde, televizyon ekranlarında hala yüzde 50+1 tartışması kıyasıya devam etmektedir. Bilen de konuşmakta bilmeyen de atıp tutmaktadır. Tam bir kafa karışıklığı hakimdir. Şimdi beni iyi dinlesinler; onlara yüzde 50+1 anlatayım da biraz ders alsınlar, sonuç çıkarsınlar, bu konuyu da daha fazla sündürüp sağa sola çekiştirmesinler. Cumhurbaşkanının iki turlu seçimle, doğrudan halk tarafından ve geçerli oyların salt çoğunluğuyla, yani yüzde 50+1 oyla seçilme kuralı, 21 Ekim 2007 tarihli Anayasa değişikliği ile kabul edilmiştir. Bu usul getirildiğinde, Anayasa’da parlamenter sistem öngörülmekteydi. 16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiş, fakat cumhurbaşkanının seçim usulü değiştirilmemiştir. Lütfen dikkat buyurunuz; dünyada cumhurbaşkanı veya devlet başkanını halkın seçtiği 99 ülkede, geçerli oyların yüzde 50+1’ini alan adayın seçilmesi anayasal norm olarak kabul edilmiştir. Yine dünyada 103 ülkede cumhurbaşkanını veya devlet başkanını halk seçerken bunlardan 99’unda salt çoğunluk uygulanmaktadır. Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanının halk tarafından seçilmesinde uygulanan ikinci usul, ‘yüzde 40+10’ olarak isimlendirilen sistemdir. Altını çizerek ifade etmek isterim ki bu sistem, sadece Bolivya, Kosta Rika, Ekvator ve Arjantin’de geçerlidir. Mezkur bu sistemde iki turlu yapılan seçimlerde, ilk turda geçerli oyların yüzde 40’ını alıp en yakın rakibine yüzde 10 fark atan adayın ilk turda seçilmesi esas kabul edilmiştir. Bize göre, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi lehine söylenebilecek en güçlü argümanlardan biri, yüzde 50+1 oyla iktidara gelebilmek için partiler arası uzlaşmayı sağlaması ve kutuplaşmayı azaltmasıdır. Milli birlik ve bütünlük için hayati önemde olan bu güçlü yönü savunmak yerine, bundan geri adım atma anlamına gelen yüzde 40 oranını dillendirmek, başkalarının değirmenine su taşımaktır. Bunu uluorta konuşanlar da iyi niyetli sayılamayacaktır.

ALDANMA DEVRİ KAPANMIŞTIR: Türkiye, tarihi bir eşiktedir. Ya küresel tefecilerin, para baronlarının, finans simsarlarının sözü geçecek ve içeriden dışarıya kaynak transferi yoğunlaşacak ya da böyle gelse de bu şekilde gitmeyecektir. Aldanma devri kapanmıştır, şimdi şahlanma ve yükselme dönemi başlamıştır. Ekonomi vasıtasıyla Türkiye’ye saldıranlara; dahası insanlarımızı faiz, kur, enflasyon sarmalına hapsetmek için uğraşanlara fırsat vermemek, müsaade etmemek, kalbi vatan ve millet sevgisiyle çarpan herkesin ortak sorumluluğudur. Hz. Ali buyuruyor ki ‘Şahsınıza fenalık eden bir düşmanı affedeniz ama vatanınıza, milletinize fenalık eden bir kimseyi affetmeyiniz’. Biz de affetmeyeceğiz. Enflasyon, mal piyasasında talep ve arz koşullarının belirlediği; toplumun yaşam maliyetini gösteren makroekonomik bir büyüklüktür. Şu anda küresel enflasyon hızlı tırmanış halindedir. Bu canavar temelde iki kaynaktan beslenmektedir. Bunlar; mal ve hizmet arzının toplam talep artışına cevap verememesi durumunda ortaya çıkan talep-yönlü enflasyon, diğeri de üretim maliyetlerinin artmasının beraberinde getirdiği arz-yönlü enflasyondur. Enflasyon ile mücadele politikalarının geliştirilmesi ve bunların başarıya ulaşması, enflasyonun kaynağının doğru tespit edilmesi ile yakından ilişkilidir. Fiyat istikrarının sağlanmasına ilişkin hâkim görüş, para politikasını öne çıkarmakta ve merkez bankalarını fiyat istikrarından sorumlu kurum olarak tanımlamaktadır. 1990’lı yılların başından itibaren fiyat istikrarı politikalarında izlenen strateji, enflasyon hedeflemesidir.

ENFLASYON İLE MÜCADELEDE ÇÖZÜM ÖNERİSİ AÇIK: Bu çerçevede enflasyon ile mücadele için çözüm önerisi oldukça açıktır: Kısa vadeli faiz oranını, enflasyon oranındaki artış ve azalış kadar artırmak ve azaltmak; böylece reel faiz oranını sabit tutmaktır. Enflasyon hedeflemesi, enflasyon ile mücadeleye, özünde talep yönünden yaklaşmakta ve faiz oranlarındaki yükselişlerin toplam talebi azaltacağı, böylece fiyat artış hızının yavaşlayacağını öngörmektedir. Ne var ki enflasyon mal piyasasında oluştuğu için, yüksek enflasyonu, aslında mal piyasası aksaklıklarının ortaya çıkardığı bir sorun olarak tanımlamak en doğrusudur. Mal piyasasında gözlemlenen aksaklıklar da bir ülkenin üretim yapısının sonucudur. Türkiye gibi birçok yükselen piyasa ekonomisinin üretim yapısının temelinde yatan ana sorun, üretimde kullanılan hammadde ve girdiyle birlikte makine, teçhizat ve enerjide ithal bağımlılıktır. Buna mal ve hizmet sektörlerinin dış ticaret açığı da eklenince, döviz kuru değişimlerine duyarlı bir üretim yapısı karşımıza çıkmaktadır. Maruz kaldığımız sorun da buradadır. Esnek kur sisteminde döviz kurunun değeri, piyasa şartlarında belirlenmektedir.  Teorik olarak, uluslararası piyasalara kıyasla yüksek yurtiçi enflasyonun uzun vadede milli paranın değer kaybına, yüksek yurtiçi faizin kısa vadede milli paranın değer kazancına yol açması doğal olarak beklenmektedir. Uzun vadede enflasyon ve kısa vadede faiz kanalından etkilenen döviz kurunun ne yönde hareket ettiği sorusunun sağlıklı bir analizi mühim bir ihtiyaçtır. Türkiye’nin mal, para ve döviz kuru piyasalarındaki tecrübesi bize göstermiştir ki döviz kurunun belirlenmesinde enflasyonun kuru yükseltici etkisi, faizin kuru düşürücü etkisinden çok daha baskındır. Bundan dolayı yüksek enflasyon-faiz-kur açmazı devamlı karşımıza çıkmaktadır. Önemle belirtmek isterim ki Türkiye’nin üretim ve dış ticaret yapısı, enflasyon ile mücadeleye yalnızca talep cephesinden değil, aynı zamanda arz zaviyesinden de yaklaşmayı gerektirmektedir.

TÜRKİYE FAİZ KAMBURUNDAN KURTULMALIDIR: Ya enflasyon artışına faizleri yükselterek tepki vermeye devam etmek suretiyle enflasyon-faiz-kur sarmalı içerisindeki döngüyü kabulleneceğiz ya da tüm ekonomik birimlerin faaliyet ve beklentilerini bozan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçerek, enflasyonla mücadeleyi yeniden tanımlamak ve üretim kanalını esas alan bir politika anlayışına geçeceğiz. Bize göre başka bir alternatif kalmamıştır. Her iki politikanın da beraberinde getirdiği risk ve maliyetler olduğu malumlarınızdır. Birincinin maliyeti zaten ödenmiş, maalesef ödenmeye de devam etmektedir. İkincisi ise yapısal adımların atılmasını şart koşmaktadır. İkinci seçenek olan yüksek faiz politikasından kademeli bir şekilde vazgeçmek, her şeyden önce üretim ve dış ticarette ithal bağımlılığını yapısal bir sorun olarak gündeme almayı ve bununla kıran kırana mücadeleyi işaret etmektedir. İlk etapta hammadde-girdi, makine-teçhizat bağımlılığını azaltıcı yapısal adımların atılması, kur yönünden gelen enflasyonist baskının kırılmasının temel taşı olacaktır. Enflasyon ile mücadele, arz yönlü yaklaşımın da içerisinde bulunduğu bir politika ile başarılacak ve Türkiye bir bedel ödeyecekse bunu üretim yapısını değiştirmek ve geliştirmek için göze alacaktır. Ekonomik güvenliğimiz için başkaca bir yol kalmamıştır. Ancak, yalnızca enflasyon ile mücadele değil, ekonominin tümü için çözülmesi gereken öncelikli konu, politika uygulamasındaki belirsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Para politikası ve Merkez Bankası’nı baz alan, kamu maliyesinin rolünün ikinci planda tutulduğu ve enflasyon ile mücadeleyi yalnızca faize bağlayan politikanın çözüm üretmede yetersiz kaldığı deneyimlerimizle sabittir. Kararlı ve istikrarlı para politikası uygulanması kadar, kaynakların etkin kullanımı önündeki engelleri tespit eden ve bunları çözecek olan bir kamu maliyesi yaklaşımına da ülke olarak ihtiyaç duyduğumuz göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Türkiye, faiz kamburundan kurtulmalıdır. Faiz, uzun vadede üretim sistemine büyük hasarlar vermektedir. Ülkemiz, şu anda dünyada faiz oranı yüksekliği açısından ilk on ülkeden biri, Avrupa’nın da zirvesindedir. Faiz, geleceğimizden çalmaktadır. Bize göre hükümetin izlediği ekonomi politikası doğrudur. Bunun üzerinden polemik yaratmak; ‘bittik, tükendik, yandık, mahvolduk’ demek felaket tellallığıdır, kötü niyetliliktir.

TEKRAREN SÖYLÜYORUM ERKEN SEÇİM YOKTUR: CHP, İP ve diğerlerinin yalnızca eleştirerek, ekonomi etrafında korkular üreterek siyaset yapmaları, acziyetlerinin ve çaresizliklerinin göstergesidir. Nasıl bir ekonomi politikası takip edecekleri belli değildir. Nasıl bir kamu maliyesi tasavvuru içinde oldukları net değildir. Ekonomiden anlamayan cahillerin tek söylediği erken seçimdir. Aslında bunlar hazırlıklı değildir, derslerine çalışmayan haylaz öğrencilerle bir ve aynıdır. Tekraren söylüyorum; erken seçim falan yoktur, seçim 2023 yılının haziran ayında yapılacaktır. ‘İlle de seçim, hemen seçim, seçim de seçim’ diyenler bozgun siyasetinin taraftarlarıdır. İstikrara en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde seçim demek kime hizmettir? Kimin sesine ses olmaktır? Nasıl bir siyaset anlayışıdır? İnsanlarımızın ekonomik sıkıntılarını biliyoruz, artan döviz kurlarından yakınmaların farkındayız. Ancak takip edilen politikalar doğrudur, yakında her şey düzelecektir.”

Kaynak: anka