İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Kanal İstanbul projesinin 'ihanet ve soygun planı' olduğunu söylerken, "Ama ant olsun, şart olsun, bu ihanete geçit vermeyeceğiz! Fatih’in İstanbul’unun boğazına, o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz!" dedi. Akşener Kanal İstanbul'a yatırım yapanları da uyarırken, "O ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen, yerli ve yabancı her kim varsa, onlara seslenmek istiyorum: Boşuna heveslenmeyin. Boşuna avuçlarınızı ovuşturmayın. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum; O kutlu gün geldiğinde, milletimiz yetkiyi verdiğinde, bir kuruş bile alamazsınız!  Sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarına güvenip de sakın ola, bu hukuksuzluğa, sakın ola, bu vicdansızlığa ortak olmayın. Sonra çok üzülürsünüz. Demedi demeyin. Buradan açık net bir şekilde söylüyorum; bir kuruş alamayacaksınız, ödemeyeceğiz" dedi.

Grup toplantısında konuşan Akşener'in gündeminde, NBŞ kotasının artırılması, Kanal İstanbul, müsilaj sorunu ve erken seçim vardı. Akşener'in konuşmasından satır başları şöyle:

NBŞ KOTASINI ARTIRARAK ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIĞIYLA OYNUYORLAR: Lafa geldi mi, yerli ve milli olduğunu söyleyen bu iktidarın işi gücü, yabancılara kazandırmak. Kendi çiftçisi zor durumdayken, elin çiftçisini zengin eden de bunlar, kendi yetiştiricisi perişanken, angus alıp başka ülkeleri zengin eden de bunlar. Kendi şeker fabrikalarını, yok pahasına satıp, stratejik bir ürünü, gayrı milli hale getiren de bunlar, Yeni Amerikan Başkanı’na şirin görünmek için,  Cargill’in şekerindeki zehir miktarını artıran da bunlar. Biliyorsunuz, Amerikan Cargill şirketi, 3 yıldır ısrar ediyordu. Nişasta Bazlı Şeker kotasının artırılmasını istiyordu. Başta biz olmak üzere, birçok kişi ve kurum karşı çıktık. Çünkü, NBŞ dediğiniz Amerikan mısırından üretiliyor. Bizde ne var? Şeker pancarı. Yani isteniyor ki, Türk’ün pancar şekeri değil, Amerikalı’nın mısır şurubu kullanılsın. Yani isteniyor ki, Türk çiftçisi kaybetsin, Amerikan çiftçisi kazansın. Bir gecede NBŞ kotası, yüzde 2 buçuktan, yüzde 5'e çıkartıldı. Önce şeker fabrikalarımızı yok pahasına sattılar, şimdi de NBŞ kotasını artırarak, çocuklarımızın sağlığını satıyorlar.

YERLİ DE OLMAZ MİLLİ DE OLMAZ: Bu çarpık zihniyet, işine geldiği sürece yerli, koltuk tehlikeye girene kadar da millidir. Bu kadar basit. Siz sakın ola, Sayın Erdoğan’ın “Yerli ve Milli” nutuklarına inanmayın. Yerli ve milli olmak, tutarlılık ister. Şahsını milletinin önüne koyanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz. Nitekim, sözüm ona, ultra “Milli” olan bu arkadaşlar, son olarak, bir başka utanmazlığa daha imza attılar. Çin’in, Uygur kardeşlerimize uyguladığı soykırım karşısında sergiledikleri, utanç verici pısırıklıkları yetmemiş gibi; şimdi de Dünya Uygur Kongresi Başkanı, Dolkun İsa’nın, ikinci vatanım dediği, Türkiye’ye girişine izin vermediler. İşte size Sayın Erdoğan ve ortaklarının dillere destan yerliliği ve milliliği.  Yazıklar olsun.

ŞU SOYGUNA BAKAR MISINIZ: Elimizi nereye atsak, kötü kokular yükseliyor, gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor. İşte size bir örnek: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde, geçmiş dönemde yaşanan, Ak Parti için küçük, milletimiz için ise, oldukça büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum. Vatan Caddesi’nde, belediyeye ait olan bir yeşil alan, bir firmaya 25 milyon liraya satılıyor. Ardından, bir düzenlemeyle, bu arsa yeşil alan olmaktan çıkarılıp, imara açılıyor. Böylece fiyatı katlanıyor. Bir süre sonra aynı arsayı, aynı Büyükşehir Belediyesi, bu kez, 430 milyon liraya geri alıyor. İki kalem oynatılan bu rezalette, milletin belediyesi, yani milletin bizzat kendisi, 405 milyon lira zarara uğruyor. O para da o firmanın cebine giriyor. Bitiyor mu?  Bitmiyor. Aynı arsa, yeni bir kararla, yeniden yeşil alan ilan ediliyor. Ve bugünkü piyasa değerine göre, fiyatı, 90 milyon lira oluyor. Şu yüzsüzlüğe bakar mısınız! Şu soyguna bakar mısınız! Milletin hazinesine çökmüş şu arsızlığa bakar mısınız!

SÖZ YARGIDA: Durum ortaya çıkınca, Millet İttifakı’nın Büyükşehir Belediyesi hemen suç duyurusunda bulundu. Şimdi söz yargının. Milletin hakkını-hukukunu savunacak, bu yolsuzluğun hesabını soracak, onurlu savcı ve hakimleri göreve çağırıyoruz. Süreci yakından takip edeceğiz. Milletimizin helal parasının, bu haram düzeninin yandaşlarının cebine inmesine, izin vermeyeceğiz.

MARMARA DENİZİNDE MÜSİLAJ: Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi. Peki sonra ne oldu? 2020 yılının Kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında, bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, ‘Önlem alın’ dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mayısın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada, müsilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca,  nihayet Bakanlık, ‘Acil durum eylem planı’ yapmaya başladı. Hadi hoş geldiniz. Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, “çevre bizim işimiz ” deyince, nihayet adım attı. İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız?

ERDOĞAN PARMAK ŞIKLATMADAN ADIM ATAMIYOR: Devletin bakanı, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” demeden, işe başlayamıyor.  Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor. Sen bu konunun bakanı olarak, ne işe yarıyorsun? Seni oraya, koltuk boş kalmasın diye mi oturttular? Seni o koltuğa, sağa sola git, fotoğraf çektir, bir de üstüne maaş al diye mi oturttular? Senin işin bu değil mi? Sekiz ay önce, bambaşka açıklamalarla sorunu görmezden geldiniz, bugün, sırf Sayın Erdoğan parmak şıklattı diye, acil eylem planı hazırlamak yarışına girdiniz. Bir de hala, utanmadan işinizi yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz’e ve Marmara’ya dökülen atıkları, yüzde 40 oranında azaltırsak,  Müsilaj sorunundan, ancak 6 yılda kurtulabileceğiz. İktidar farkında olmasa da, müsilaj belası işte bu kadar ciddi bir sorundur. Ve her ciddi sorun gibi, bilimle, akılla ve ciddiyetle çözülmesi gerekir. Böyle sorunlar, bir kişinin ‘Talimatı verdim’ dediği, sığ ve indirgemeci bir anlayışla çözülemez.

GEREKİRSE KAMULAŞTIRMAYA GİDİN: Öncelikle bu sorunun, yalnızca yerel yönetimlerin yükü olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bakanlık, zor zahmet de olsa, Büyükşehir Belediyelerimizi de dahil ettiği bir süreç başlattı. Bu adımı olumlu buluyoruz.”

Akşener daha sonra da sorunun çözümü için şu önerileri sıraladı:

“- Marmara Denizi’ne dökülen atık suların, bir kısmı değil tamamının, ileri biyolojik arıtmadan geçmesi gerekiyor. Bunun için, merkezi yönetim olarak, hızlı bir şekilde yerel yönetimleri destekleyin.

- Mevcut arıtma tesislerini, bir an önce, ileri biyolojik arıtma tesislerine çevirin, gerekirse kamulaştırmaya gidin.

- Vakit kaybetmeden iyi tarım uygulamalarına geçin, gübre, kimyasal ve ilaç kullanımının azaltılmasını sağlayın.

- Şehir şebekelerinde, yalnızca ön arıtma yapılan suyun, park ve bahçe sulamalarında kullanılarak, denize dökülmesini kısıtlayın.

- Denizlerimizdeki dip hayatına zarar veren, trol tipi avcılığa karşı yaptırımları arttırın.

- Marmara Denizi’ne atık su döken, ve nüfusu 5 binden fazla olan yerleşimlerde, hızla, ileri biyolojik arıtma tesisleri kurun.

- Karadeniz’deki kirliliğin daha fazla artmaması, Marmara Denizi’ndeki müsilajın, Ege’yi daha fazla etkilememesi için, Marmara, Karadeniz ve Ege’yle etkileşimi bulunan ülkelerle, Türkiye’nin liderliğini üstlendiği, ortak bir platform kurulmasını sağlayın.

- Deniz salyası, yalnızca ekolojiyi değil, ekonomiyi de ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu nedenle, turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi, birçok farklı sektöre olan etkilerini, bir an önce belirleyin, bu sektörlere dair gerekli önlemleri, süratle alın.

ERDOĞAN 'BU BENİM İŞİM' DEDİĞİNDE TANSİYONUM DÜŞÜYOR: Sayın Erdoğan’ın daha önce, “Ekonomi bizim işimiz.” dediğinde başımıza gelenler ortada. Yani bir konuda ‘Bu benim işim’ dediği anda ben titremeye başlıyorum. Tansiyonum düşüyor. Şimdi çıktı, “Çevre bizim işimiz” dedi. Nasıl bir endişe duyuyorum anlatamam size. Şimdi düşünün, şayet Sayın Erdoğan’ın çevreciliği de, ekonomistliği gibiyse, milletçe büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir. Yani damat bakan ve ekonomist kayınpeder Türkiye’nin geldiği nokta ve çevre benim işim diyen sayın Erdoğan ve şu parmak şıklamadan iş göremeyen Bakan, yandı gülüm keten helva. Allah sonumuzu hayır eylesin. Yani cümle sorumlu ne diyor, ‘çevre benim işim’. Nitekim, çevreyi iş olarak gören bu zihniyetin, çevrecilik anlayışının da, millet bahçesi inşa etmekten öteye gidemediğini, Sayın Erdoğan’ın, “Dünya Çevre Günü’nde” yaptığı, ibretlik konuşmadan anladık. Kupon arazi, kupon. Bizim için vatanın doğası kutsaldır. Birileri için kupon arazi.

RİZE'DEKİ KIYIMI GÖRMEZDEN GELMEYECEĞİZ: Dolayısıyla, doğamızı korumak ve kollamak, bizim için kutsal bir görevdir. Doğamız, topyekûn alarm verirken,  bu uyarıyı duymazlıktan gelemeyiz. Salda Gölü’ne beton dökenlerin, kendilerini “Yol kenarına ağaç diktik ya…”, diye savunmalarını kabul edemeyiz. Kaz dağlarını yağmalatanların, bizi millet bahçeleriyle uyutmaya çalışmalarına sessiz kalamayız. “Çevre bizim işimiz!” diyen Büyük Rizeli, iflah olmaz rant sevdası için, Rize’deki doğa kıyımına göz yummasını, görmezden gelemeyiz. Gelmeyeceğiz. Sessiz kalmayacağız. Kabul etmeyeceğiz. Memleketin cennet doğası için mücadele etmeye devam edeceğiz.

DOĞAYI KORUMAK İÇİN ATILAN HER ADIMI DESTEKLEYECEĞİZ: Biz Türkler için ağaç kutsaldır. Ağacına, ormanına, denizine sahip çıkmayan, Türk’üm diye gezemez. Memleketin dört bir yanında, cennet doğamız, cennet kalsın diye mücadele veren, o koca yürekli insanlarımıza selam olsun. Rant uğruna her şeyi mübah görenlerin devri artık bitiyor. İYİ Parti olarak, doğa konusunda tavizimiz yok, olmayacak. Doğayı korumak için atılan her adımın, amasız, fakatsız yanındayız, yanında olmaya da devam edeceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

ANT OLSUN, FATİH’İN İSTANBUL’UNUN BOĞAZINA O YAĞLI İLMEĞİ GEÇİRTMEYECEĞİZ: Bugün, Türkiye’nin her bir noktası, iktidar tarafından esir alınmış durumda. Her yerden ahlaksızlık, yolsuzluk ve hırsızlık fışkırıyor. Bu çürümenin ortasında, milletimiz geçim derdinde, iş derdinde, can derdindeyken, iktidar hala satıp savmanın, hala o beş müteahhidin kasasını doldurmanın, hala Kanal İstanbul’un derdinde. Belli ki iktidardakiler, bu milletin ekmeğine, aşına, soluduğu havaya, içtiği suya, yani hayatına kastetmişler. Belli ki, milletin umutlarını söndürmeye yemin etmişler. Ama ant olsun, şart olsun, bu ihanete geçit vermeyeceğiz! Fatih’in İstanbul’unun boğazına, o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz!

BU PROJE DEĞİL DÜPEDÜZ SOYGUN PLANI: Marmara ölürken, deprem tehdidi ortadayken, o ihale kenelerinizin, daha fazla semirmesine müsaade etmeyeceğiz. Bilimin tüm uyarılarına rağmen, ekonomistlerin ikazlarına rağmen, İstanbullu açıkça 'istemiyorum' diyorken, kime, ne söz verdilerse, ısrarla ve inatla ‘Yapacağız’ dedikleri, o ucube kanalı yapmalarına, Marmara’yı, İstanbul’u ölüme mahkum etmelerine izin vermeyeceğiz. Bu proje, İstanbul’a yeni bir ihanettir. Bu proje, milletimizin kutlu iradesine yapılan bir saygısızlıktır. Bu proje, hattı zatında, bir proje değil, düpedüz bir soygun planıdır!

BİR KURUŞ ALAMAYACAKSINIZ, ÖDEMEYECEĞİZ: Buradan, o ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen, yerli ve yabancı her kim varsa, onlara seslenmek istiyorum: Boşuna heveslenmeyin. Boşuna avuçlarınızı ovuşturmayın. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum; O kutlu gün geldiğinde, milletimiz yetkiyi verdiğinde, bir kuruş bile alamazsınız!  Sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarına güvenip de sakın ola, bu hukuksuzluğa, sakın ola, bu vicdansızlığa ortak olmayın. Sonra çok üzülürsünüz. Demedi demeyin. Buradan açık net bir şekilde söylüyorum; bir kuruş alamayacaksınız, ödemeyeceğiz.

O SANDIK, ER YA DA GEÇ GELECEK: Her zaman söylediğim gibi, Türkiye’nin öncelikli sorunu, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir. İktidarın çarpık zihniyetinin başımıza bela ettiği ve bugün, doğamızdan mutfağımıza, işimizden sağlığımıza, her alanda dertlerimizin artmasına neden olan, bu ucube sistemin ta kendisidir. Çünkü, yapısı itibarıyla, işleyişi itibarıyla akıldan yoksundur. Biz akıldan, bilimden, liyakatten yanayız. O yüzden, tek adam değil, ortak akıl diyoruz. O yüzden, 'Ben ne dersem o olur' değil, 'Türkiye Milletin Evi’nde, milletimizle birlikte yönetilir' diyoruz.  İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz. Vakit yaklaşıyor. İYİ Parti iktidarı yaklaştıkça, iktidardakilerin kimyaları bozuluyor. Yolun sonu göründükçe, yalanların, iftiraların dozu artıyor. Güneş ufukta yükseldikçe, korku bacayı sarıyor. Ama nafile. O sandık, er ya da geç gelecek. O sandık gelecek ve milletimizin herkes ferasetini görecek."

Kaynak: anka