Gelişmişliğin ölçüsü nedir diye sorsak  acaba  aklınıza neler gelir? Kişi  başına düşen yıllık gelir, araba,  ev, kullanılan su, elektrik miktarı, okuma-yazma oranı, çocuk sayısı belki de aklımıza ilk gelenlerdir.
Saydıklarımız önemlidir ve birçok anlamda gelişmişliğin somut  göstergeleri olarak kabul edilebilirler. Hatta  AB ülkeleri,  kendi  yaşam  ölçütleri ile bizleri kıyas ettiklerinde bizim standartların  onların ki yanında güdük kaldığı konusunda hemfikir olabiliriz.

Son günlerde gazetelerde dünya zenginleri arasına belirli sayıda Türk’ün girmesi  de  başka  diğer  bir ölçü olabilir  gelişmişlik ve hatta çağdaşlık ölçüsü olarak…

Bunlar çok değerli, o kadar önemli; hatta gurur kaynağıdır da bizler için… Bizler de kendi standartlarımızı belirlemek için başkalarının sahip oldukları ile kendimizde olanları kıyaslayarak nerede ve ne kadar  olduğumuzu belirlemekteyiz. Aramızdaki araba,  ev, para,  statü,  yaşadığı mahalle, semt, itibar v.s. gibi unsurlarla  kıyas ederek bir anlamda başarımızı somutlaştırmaya çalışırken bir anlamda da mutsuzluklarımızı veya başarısızlıklarımızı belirlemiş oluruz aslında.

Bunlar kadar önemli ve belki de daha önemli olan; fazla önemsememiz gereken gelişmişlik ölçüsü  ise  toplum kurallarına ne kadar uyup uyamadığımızdır; dolayısıyla “saygı”dır…

Erken kalkmış, havaalanına  gitmiş, uçağınızı  kaçırmamak   için   erken gelmiş  ve  kuyrukta   bekleyip   içeri girmek   istiyorsunuz   ama    bazıları geliyor  ve  telaşla  “Uçağım  şimdi kalkmak  üzere,   izin  verir  misiniz?” diyerek  öne  geçiyor;  sizi ve kuyruktaki herkesi  yok sayıyor. Mecburen bir-iki izin  veriyorsunuz  ama  uyanıklar o kadar  çok ki işi acil olanların ardı arkası  kesilmiyor.  Biraz daha  duyarlı davranıp  erken  kalkmak işlerine  gelmiyor.  Biliyorlar ki birisi acıyacak  ve “tamam” diyecek… Dolmuş durağındasınız dolmuş bekliyorsunuz.  Önünüzdeki kişi izin almadan  sigara  yakıyor ve siz sigara içmediğiniz  için dumanından rahatsız oluyorsunuz.
Yaya   geçidinde   karşıdan    karşıya geçmek  istiyorsunuz  ama  arabalar size izin vermediği gibi yaya çizgilerini   işaret   ettiğinizde   sürücülere, azar bile işitiyorsunuz... Bankadasınız ve sıranızı bekliyorsunuz ve tam size sıra gelmiş, bir anda bankanın telefonu çalıyor ve memur hanım  veya  bey,  sizi yok sayarak  telefonda konuşmaya   başlıyor; siz ise beklerken “ya sabır” çekiyorsunuz…

Bu ve buna  benzer  örnekler  o kadar çok ki. Her alanda bu tür saygısızlık ve hatta ihlaller yaşanmakta. Yine, geçen  gün bir restoranda üç erkek ve  üç  kadının  olduğu  bir  masada bir kadın “Bu kadar erkeğin olduğu ortamda   sigaramı    yakacak    erkek yok mu,  kibarlık nerede kaldı?” deyip  sigarasını   erkeklere  yaktırmak için sitem  ediyor…

Otobüs, metrobüs duraklarında araçlara binmek için verilen mücadele  bir başka komedi. O kadar  sıra beklersiniz ama bir başkası sizi iterek  önünüze geçer  ve sizden  önce kendini  içeri atmaya  çalışır.

İnsanın  insan  olmasında hem  kendi hem de toplumsal kurallara uyup uymaması, başkalarına ve kurallara saygı aslında bir medeniyet ve insanlık  sorunudur…

Sözün  senet yerine  geçtiği,  kırmızı 
ışıkta durulduğu, hakkaniyetin ve liyakatin geçerli olduğu, herkesin hakkına razı gösterdiği, kapkaçın, hırsızlığın olmadığı, dinlemeyi bilen ve birbirine saygı duyan bir toplum herhalde en gelişmiş ve medeni bir toplum olacaktır.

Hem sonra  bunun  için milyon dolarlık bütçelere hiç gerek  duyulmuyor. Biraz vicdan, biraz akıl ve sağduyu ve biraz da ar duygusu yeter de artar  bile…

Asıl gelişmişlik ölçüsü  ise  kurallara uymakta  ve  saygıda  yatmakta.  İnsan  kendi  ile  ne  kadar   barışık yaşarsa ve bu iç barışını çevresine yayarsa o kadar mutlu ve o kadar da başarılıdır aslında…

Medeniyet çok şeye sahip olmak değil,  insan  olmasını  başarabilmekte   yatıyor.  Gelişmişlik ise   maddi özelliklerden daha  çok “insanın” yaşamın merkezinde olduğu  bir düzende yatıyor…

Umarım bir gün bunu da başarırız…