Eski TBMM Başkanvekili, Ufuk Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazeteci Uluç Gürkan, “Sandıksal monarşiyi yeniden parlamenter düzene çevirmek üzere bir eşik atlamak zorundayız. Aday kim olacak, ne olacak bu konulara fazlasıyla takılmadan ama hiç kuşkusuz en doğru adayın ortaya çıkmasını sağlayarak, önümüzdeki seçimlerde sandıksal monarşiyi yenilgiye uğratmak. Bunu gerçekleştirdikten sonra her şey bitmiş olmayacak. Örgütlenerek veya örgütlü güçlerimizi kullanarak yeni dönem için Türkiye’de siyasi partileri daha etkileyebilmek” dedi.

TBMM Eski Başkanvekili, Ufuk Üniversitesi Öğretim Üyesi ve gazeteci Uluç Gürkan, ODTÜ Mezunu İş İnsanları Derneği’nin düzenlediği ‘Cumhuriyetimiz ve Geleceğimiz’ adlı çevrimiçi söyleşide konuştu. Gürkan, şunları söyledi:

“2023 yılı Cumhuriyetimiz ve geleceğimiz açısından son derece önemli. Çünkü bakın Atatürk’ün kutsal emanetine laik ve demokratik Cumhuriyetimizin, başka bir tanımlamayla da 1923 Türk Devrimi’nin 100. yılındayız. Bizim de yeniden bu konuda bazı bilgi eksikliklerimizi yani alışılmış rehavetimizi aşmamız gerekiyor.

“TÜRKİYE KENDİSİNİ LAİK VE DEMOKRATİK BİR CUMHURİYET OLARAK TANIMLARSA DÜNYA GELECEĞE UMUTLA BAKABİLECEKTİR”

Türkiye Cumhuriyeti, gerçekten laik ve demokratik yapısıyla vazgeçilmez bir çağdaşlık tasarımıdır. Türkiye’nin aydınlık geleceğinin güvencesidir. Ötesinde, dünya genelinde de 21. yüzyılın şekillenmesinde etkili olacaktır. Bu etki Türkiye’nin kendisinin nasıl tanımlayacağına bağlıdır. Eğer Türkiye kendisini laik ve demokratik bir cumhuriyet olarak tanımlarsa dünya geleceğe umutla bakabilecektir. Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu kavşağında Türkiye, laik ve demokratik cumhuriyet modeliyle dünyada milyarlarca insan için barış ve güvenlik teminatıdır.

“LAİK VE DEMOKRATİK KEMALİST CUMHURİYET MODELİ, KÖKTENDİNCİ TERÖRÜN PANZEHİRİDİR”

20 yıldan beri izliyoruz. ABD’nin Büyük Orta Doğu İnisiyatifi -biz Türkçe’de daha ziyade proje diye kullanıyoruz – kısaca BOP dediğimiz projeyle İslam coğrafyası etnik ve dini cemaat temelli kanlı çatışmalara sürüklenmiştir. Bu çatışmalar hala devam ediyor. Kendi içinde bu çatışmalar köktendinci türünü de beslemektedir. Dünya barışı için günümüzün en büyük tehdidini de – Ukrayna/Rusya Savaşı öne çıkmış olsa da- hala bu noktada oluşmaktadır. Laik ve demokratik Kemalist Cumhuriyet modeli bu tehdidin, köktendinci terörün panzehiridir. Çatışmaları önleyecek, barış ortamında bir tür çağdaş uygarlık yarışını başlatacak, günümüzün en gerçekçi ve en güncel projesidir.

“PARTİLİ BİR CUMHURBAŞKANI SEÇİYORUZ. YÜRÜTMEYİ TEK BAŞINA O OLUŞTURUYOR. BEN BUNA ‘SEÇİMLİ MONARŞİ’ DİYORUM”

Türkiye Cumhuriyeti devletinin niteliği değişmiştir. Laik ve demokratik parlamenter düzen terk edilmiş, yerine teokratik yapıda partili bir tek adam düzeni kurulmuştur. Bu düzende Türkiye Cumhuriyeti, çoğunluk yönetimi özelliğini, yani işleyen bir demokrasi olma güzelliğini yitirmiştir. Partili bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz. Yürütmeyi tek başına o oluşturuyor. Ben buna ‘seçimli monarşi’ diyorum. Monarşi yönetimi sandıktan çıkıyor da olsa Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle barışık değildir. Açıkça kavgalıdır ve bir tür rövanştır. Osmanlı gölgesinde Atatürk’ün mirasının reddedilmesidir. Çağdaş uygarlık hedefinin yerine daha İslami denilen bir Orta Çağ yaşam biçiminin dayatılmasıdır.

“TÜRK TOPLUMU, YETERLİ BESLENEMİYOR, SAĞLIKLI BARINAMIYOR VE GİYİMİNİ YENİLEYEMİYOR”

Yaşamın vazgeçilmez üç ihtiyacını, insan onuruna yakışır bir biçimde karşılamaktan uzaklaştırmıştır. Türk toplumu, yeterli beslenemiyor, sağlıklı barınamıyor ve giyimini yenileyemiyor. Seçim için Merkez Bankası’nın banknot matbaası ne kadar yoğun çalıştırılırsa çalıştırılsın insan onuruna yakışır bir yaşam görünür gelecekte gözümüzle görülmüyor.

“YAŞADIKLARIMIZ EMPERYALİST BİR SENARYODUR”

Bunu AKP ve MHP ortaklığının kötü yönetimi olarak değerlendirme aymazlığına düşmemeliyiz. Onlar gidince ‘Her şey çok daha güzel olacak’ rehavetine kendimizi kaptırmamalıyız. Yaşadıklarımız emperyalist bir senaryodur. Neoliberal, kapitalist dünya sisteminin, küresel sistemin, yeşil kuşak senaryosunun 40 yıllık bir birikimidir.

“1923 TÜRK DEVRİMİ’Nİ YENİDEN BAŞLATMALI, YÖNÜMÜZÜ YENİDEN ÇAĞDAŞ UYGARLIK HEDEFİNE ÇEVİRMELİYİZ”

Cumhuriyetimizi ve geleceğimizi tehlikeye düşüren emperyalist senaryoyu değiştirmemiz gerekir. Ama bu iş kendiliğinden olmayacaktır. Bir sabah, dünya Kemalist Devrim gerçeğine uyanmayacaktır. Bu ülkenin aydınlık insanları olarak harekete geçmek zorundayız. Her şeyin çok daha güzel olacağı gelecek için her birimiz sorumluluk üstlenmeliyiz. Yarıda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış 1923 Türk Devrimi’ni yeniden başlatmalı, yönümüzü yeniden çağdaş uygarlık hedefine çevirmeliyiz. Bu konuda daha fazla seyirci kalmadan rahmetli Ecevit’in sözüyle ‘Tribünde oturmak yerine sahaya inmeliyiz.’

“SANDIKSAL MONARŞİYİ YENİDEN PARLAMENTER DÜZENE ÇEVİRMEK ÜZERE BİR EŞİK ATLAMAK ZORUNDAYIZ”

Sandıksal monarşiyi yeniden parlamenter düzene çevirmek üzere bir eşik atlamak zorundayız. Bu noktada benim kişisel kanım; aday kim olacak, ne olacak bu konulara fazlasıyla takılmadan ama hiç kuşkusuz en doğru adayın ortaya çıkmasını sağlayarak, en azından sağlamaya çalışarak, önümüzdeki seçimlerde sandıksal monarşiyi yenilgiye uğratmak. Bunu gerçekleştirdikten sonra her şey bitmiş olmayacak. Örgütlenerek veya örgütlü güçlerimizi kullanarak yeni dönem için Türkiye’de siyasi partileri daha etkileyebilmek. Yani Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim’in ‘güç’ vurgusunun lafta kalmasını önleyecek düzenlemelere zorlayabilmek. Bunun çeşitli yolları var. Ben şimdi İYİ Parti ve CHP’li milletvekillerinin kulağına kar suyu kaçırmaya çalışıyorum. Bu kar suyu kaçırmanın ötesinde örgütlü bir talebe dönüşüyor. Şimdi şu düzeniyle parlamenter rejim, bunu savunan partilerin bugünkü kendi uygulamaları bir güvence olabilir mi?

“ŞU AN ‘PARLAMENTER DÜZENİ GÜÇLENDİRMİŞ OLARAK UYGULAMAYA GEÇİRECEĞİZ’ DİYEN PARTİLER KENDİ İÇLERİNDE BU DEMOKRASİYİ UYGULAMIYORLAR”

Seçilmiş milletvekillerinin oluşturduğu TBMM’deki parti grupları. Grup toplantıları nasıl yapılıyor? Genel Başkan geliyor, bir saat konuşuyor. Milletvekilleri alkışlıyor. Genel Başkan sözünü bitiriyor. Toplantı bitmiştir, deniyor. Oysa bakın böyle değildi. Ben aktif siyasetteyken Genel başkanlar 10-15 dk konuşur, sonra toplantı basına kapatılır, milletvekilleri tartışırdı. Gündemi ortaya koyarlardı ve gerekirse o haftanın politika kararlarıyla ilgili grup kararları alınır, yani gerçekten grup toplantısı yapılırdı. Parti içi demokrasinin gereği bu. Şu an ‘parlamenter düzeni güçlendirmiş olarak uygulamaya geçireceğiz’ diyen partiler kendi içlerinde bu demokrasiyi uygulamıyorlar.”

 

 

Kaynak: anka