CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, Amerika’nın Sesi (VOA) ve Deutsche Welle (DW) Türkçe internet sitelerine Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) talebi üzerine getirilen erişim engeline ilişkin, “Yıkılmak, kaybetmek üzere olan iktidarların ilk başvurduğu yöntem, medya yasaklarıdır. AK Parti iktidarının RTÜK maşasıyla uygulatmak istediği bu yasaklar, bitik ömrünü uzatmasına yetmeyecektir” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu bugün yayınladı. Toprak’ın değerlendirmeleri özetle şöyle:

“RTÜK’ün Amerika’nın ve Almanya’nın Sesi internet haber sitelerine lisans bahanesiyle yasak getirmesi ve erişim engeli başlatması, yaklaşan seçimler öncesinde medyaya yönelik baskıların artacağını gösteriyor. RTÜK’ün sözde basın özgürlüğünden yana olduğunu savunarak aldığı bu kararların tamamıyla siyasi ve susturma amaçlı olduğunu tüm dünya görüyor.

Tüm bu adımlar, iktidarın haber korkusunun, gerçeklerin duyulmasından kaynaklanan korku-öfke ve paniklemesinin işaretleridir. Yıkılmak, kaybetmek üzere olan iktidarların ilk başvurduğu yöntem, medya yasaklarıdır. AK Parti iktidarının RTÜK maşasıyla uygulatmak istediği bu yasaklar, bitik ömrünü uzatmasına yetmeyecektir.

“CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, KKTC’NİN VE KIBRIS TÜRKLERİNİN KÜÇÜK DÜŞÜRÜLMESİNE, ONURUNUN İNCİTİLMESİNE ZEMİN HAZIRLADI”

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Anastasiades için veto ve itiraz hakkını kullanmaksızın NATO’nun liderler yemeğinde bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkemizi ve KKTC’yi küçük düşüren tavrıyla Yunanistan-GKRY ikilisine diplomatik ve siyasi bir zafer armağan etti.

Dış politikayı iç politika malzemesine dönüştürerek Türkiye’nin saygınlığına, ulusal çıkarlarına ağır hasarlar veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yıllardır Kıbrıs konusunda savunduğu tüm tezleri ve ilkesel tutumunu sıfırladığı gibi ülkemizin, KKTC’nin ve Kıbrıs Türklerinin küçük düşürülmesine, onurunun incitilmesine zemin hazırladı.

“HAZİNE VE MALİYE BAKANI’NIN ALINAN EKONOMİK KARARLARIN ‘GEÇİCİ’ OLDUĞUNU İFADE ETMESİ, İKTİDARIN BASİRETSİZ ŞEKİLDE ‘GEÇİCİ KARARLARDAN KALICI SONUÇLAR’ BEKLEDİĞİNİ GÖSTERİYOR”

Haziran ayı Ekonomik Güven Endeksi verileri, her alanda ve tüm sektörlerde, ekonomi yönetiminin akşamdan sabaha değişen kararlarıyla yaygınlaşan ekonomik kargaşanın uygulanan ekonomi modeline güvensizliğini zirveye çıkarttı. Hazine ve Maliye Bakanı’nın alınan ekonomik kararların ‘geçici’ olduğunu ifade etmesi, iktidarın basiretsiz şekilde ‘geçici kararlardan kalıcı sonuçlar’ beklediğini gösteriyor.

TÜİK’in resmi anketlerle hazırladığı güven endekslerinin gelecek 12 aya ilişkin beklentileri yansıtan sonuçları ve açıkladığı rakamlar ister erken ister 11 ay sonra zamanında yapılsın, iktidarı çok ağır bir seçim hezimetinin beklediğini apaçık ortaya koyuyor.

“TÜRKİYE, 148 ÜLKE İÇİNDE İŞÇİ HAKLARININ, ÇALIŞMA KOŞULLARININ, ÖRGÜTLENME HAKKININ EN DİP NOKTADA BULUNDUĞU İLK 10 ÜLKE ARASINDA YER ALDI”

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu tarafından açıklanan Küresel Haklar Endeksi verilerine göre Türkiye, 148 ülke içinde işçi haklarının, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının en dip noktada bulunduğu ilk 10 ülke arasında yer aldı. Brezilya dışında diktatörlükle yönetilen en kötü 10 ülke içinde Türkiye’nin de olması, iktidarın izlediği ekonomik ve sosyal politikaların ağır sonucudur.

İktidarın çalışanları yoksullaştıran, enflasyona ezdiren, dar bir kesimin tüm toplumun üreterek yarattığı milli gelirin yüzde 50’sinden fazlasına el koymasına olanak sağlayan ‘faiz dostu’ ekonomi politikaları ve uyguladığı ekonomi modeli, iktidarımızda terk edilecektir. Toplumsal refahın yaygınlaştırıldığı, çalışanların ve dar-sabit gelirli kesimlerin yaşam kalitesinin hızla yükseldiği, bütçe kaynaklarında önceliklerin radikal şekilde değiştirildiği sosyal ekonomi politikaları devreye alınacaktır.

“İKTİDAR, YÜKSEK FAİZLİ BORÇLANMAYA DEVAM EDEREK TEMMUZ-EYLÜL DÖNEMİNDE 107 MİLYARLIK İÇ BORÇLANMAYA GİDECEK”

1 trilyon 80 milyar liralık ek bütçeyi TBMM’den geçiren iktidar, yüksek faizli borçlanmaya devam ederek temmuz-eylül döneminde 107 milyarlık iç borçlanmaya gidecek. Ülke riskinin olağanüstü düzeye ulaşması ve dışarıdan dövizle borçlanma faizinin çift haneye yükselmesinden ötürü dış borçlanmaya gidilmeyecek.

Bu zoraki ve baskıcı-yasakçı karar ve uygulamalarla doğrudan yabancı sermaye girişlerinin tümüyle durmasına kendi eliyle ortam hazırlayan iktidar ve ekonomi yönetimi, olağanüstü borçlanma maliyeti karşısında dış piyasalardan borçlanmayacağını ilan ediyor.

“MAYIS VE HAZİRAN AYI DIŞ TİCARET TABLOSU VE 6 AYDA 50 MİLYAR DOLARI AŞARAK DÖVİZ KRİZİNİN SİNYALLERİNİ VEREN DIŞ TİCARET AÇIĞI, BU KADRONUN ESERİDİR”

İlk yarı yılda ihracat, yıl sonu için belirlenen 250 milyar dolarlık hedef doğrultusunda yüzde 20 artışla 126 milyar dolar oldu. Yüzde 40 artan ithalat ise 180 milyar dolara yaklaştı. Dış ticaret açığı, 51,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İktidar, ihracat artışını öne çıkartarak ‘vahim tabloyu’ gizliyor.

Türkiye, böylesine yeteneksiz, liyakatsiz ve beceriksiz bir iktidarı ve ekonomi yönetimini bugüne kadar hiç görmedi. Mayıs ve haziran ayı dış ticaret tablosu ve 6 ayda 50 milyar doları aşarak döviz krizinin sinyallerini veren dış ticaret açığı, bu kadronun eseridir.

“İKTİDAR, BİR KEZ DAHA KARA PARA-KAYIT DIŞI VARLIK VE SERVET SAHİPLERİNİN DOSTU OLDUĞUNU GÖSTERDİ”

3600 ek gösterge yasa teklifine son anda eklenen bir madde ile kayıt dışı para, altın, döviz ve yurt dışında tutulan varlıklara yönelik vergisiz affın süresi, 2023 Mart sonuna kadar uzatıldı. İktidar, bir kez daha kara para-kayıt dışı varlık ve servet sahiplerinin dostu olduğunu gösterdi.

Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ziyaret eden ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Adeyemo, iktidarı ‘Kara para cenneti olmayın, dünya izliyor’ diyerek uyardı. Buna rağmen iktidar, kara paracıların, kayıt dışı ve kaynağı belirsiz kazanç sahiplerinin ‘dostu’ olduğunu torba yasaya son dakikada eklediği madde ile açık şekilde ortaya koydu.

“HİÇBİR RESMİ BAĞLAYICILIĞI OLMAYAN ÜÇLÜ MEMORANDUMUN ‘DİPLOMATİK ZAFER’ OLARAK SUNULMASI, SİYASİ VE DİPLOMATİK ZAFİYETİ ÖRTME ÇABASINDAN ÖTE BİR ŞEY DEĞİLDİR”

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı Türkiye vetosunun son anda geri çekilmesi ardından imzalanan ve ne NATO ne AB ne de imzacı ülkeler açısından hiçbir resmi bağlayıcılığı olmayan üçlü memorandumun ‘diplomatik zafer’ olarak sunulması, siyasi ve diplomatik zafiyeti örtme çabasından öte bir şey değildir.

NATO Genel Sekreteri’nin bile koordinasyonu yürütmesine karşılık ‘garantör’ olarak imza atmadığı bu memorandumun ne NATO ne AB ne de imzacı ülkeler açısından hukuki bağlayıcılığı söz konusu değil. Bunun dışında diplomatik ilkeler ve etik değerlerle bağımsız yargı kararları ve moral unsurlar açısından taraflar, kendilerini bazı adımlar atmak zorunda hissedebilirler.

Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında kurulan ortak denetim mekanizmasıyla üç ülke yetkilileri sık sık bir araya gelerek uygulamaları denetleyecek. Bu, Türkiye adına süreci takip ve gerekirse tepki koymak açısından bir kazanım olarak görülebilir. İsveç ve Finlandiya PKK’nın ‘terör örgütü’ olduğunu teyit ediyor ancak PYD-YPG-FETÖ için memorandumda ‘terör örgütü’ ifadesi yer almıyor.

Memorandumun 4. maddesinde, ‘Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır’ deniliyor. İktidarın bunların terör örgütü olduğunu kabul ettirmek ve metne böyle yazdırmak istediği, ancak İsveç ve Finlandiya’nın direndiği, maddedeki ifadelerden net şekilde anlaşılıyor.  

İsveç-Finlandiya’nın üyeliğine onay ve vetonun çekilmesi yanında NATO’nun Rusya’yı hedef düşman ilan eden yeni stratejik konseptinin kabulü sonrası, Rusya-Türkiye ilişkilerinde olası yeni süreçlere de hazırlıklı olunmalıdır. Bu aşamadan sonra Rusya’nın Türkiye’ye karşı sergileyeceği tavır önem kazanmaktadır. Rusya ile ilişkilerde, Suriye ve Libya’da, Karadeniz’de değişiklikler, sertleşmeler yaşanabilir.

“NATO’NUN MADRİD ZİRVESİNDE ONAYLANAN YENİDEN YAPILANMA VE YENİ SAVUNMA KONSEPTİ, RUSYA’NIN HEDEF DÜŞMAN KONUMUNA GETİRİLMESİNİ ÖNGÖRÜYOR”

NATO’nun Madrid zirvesinde onaylanan yeniden yapılanma ve yeni savunma konsepti, Rusya’nın hedef düşman konumuna getirilmesini öngörüyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra işlevi sorgulanan NATO, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtını, varlığını yeni düşmanla pekiştirme fırsatına dönüştürdü. Yeni askeri yapılanmanın nihai hedefi, Çin’i kuşatmak.

Yeni stratejik konseptte Rusya-Çin stratejik ortaklığının hedef alınması, görünürde düşman ilan edilen ülke Rusya olmakla birlikte asıl hedefin Çin olacağını gösteriyor. Zirveye Avustralya Başbakanı’nın konuk olarak davet edilmesi, ABD-İngiltere-Avusturya arasında oluşturulan Pasifik bölgesi askeri iş birliği sürecinin gayri resmi NATO iş birliği olarak görüldüğünü ve Çin’e karşı oluşturulacak askeri blokun hazırlandığını işaret ediyor.”

Kaynak: anka