Gazeteci Yazar Ferhat Yıldırım, madencilerin sorunlarını kaleme aldığı yazısında, “Neden madenlerimizde riskleri ortadan kaldıracak bir sistem tesis edemiyoruz” ifadelerini kullandı.

İSTANBUL (İGFA) – İşte Gazeteci Yazar Ferhat Yıldırım’ın makale yazısı…

 Cildi kara yüzü ak madencilerimiz ve Ameleler Birliği

Önümüzdeki seçimlerde kim söz sahibi olacak, CHP’nin adayı Kılıçdaroğlu mu yoksa Mansur Yavaş mı olsun, Avrupa’nın enerji krizi ve Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşları konuştuğumuz bugünlerde Bartın’dan gelen 41 şehit haberi ülkemizi yasa boğdu.

Neden madenlerimizde riskleri ortadan kaldıracak bir sistem tesis edemiyoruz anlaşılır gibi değil…

1907 yılında çalışmaya başlayan ve 1989 yılında kapanan Belçika’da bulunan Beringen maden ocağını ziyaret ettiğimde gerçekten bugün yaşanılan kaderimizin nedenlerini canlı canlı gördüm.

Beringen maden ocağı kapanmasının ardından müze olarak kullanılmaya başlamış ve halende ziyaretçilere 1907-1989 yılları arasında nasıl bir çalışma yapıldığını yansıtıyorlar.

Soyunma odaları, personel yemekhanesi, iş güvenliği, o zamanın teknolojik ekipmanları çalışanlara verilen değerin bir yansımasıydı.

Beringen Maden Ocağı, Türk işçilerden oluşuyor ve bu durum bir tesadüf değildir.

4 Mart 1887 tarihinde Boule maden ocağında,120 madenci metan gazı patlaması nedeniyle ölüyor.

8 Ağustos 1956 tarihinde Marcinelle şehrinde bulunan maden ocağında patlama sonucu meydana gelen yangında 262 madenci ölüyor.

Ölenlerin arasında 136 kişinin İtalyan olması sebebiyle İtalyan hükümeti Belçika’ya işçi göndermeme kararı alıyor. Bu karar üzerine Belçika’da bulunan maden ocaklarında çalışmak üzere Fas ve Türkiye’den işçi getiriliyor. Beringen Maden Ocağında Türk işçilerin sayısının fazla olmasının nedeni de bu işçilerin getirilmesinden kaynaklanıyor.

Beringen’de bulunan maden ocağı kapandığı zaman tüm işçilere bir daire alabilecekleri kadar ciddi bir tazminat ödemesi yapılıyor. Geçmiş zamanda o madende çalışan Türk işçiler, günümüzde Beringen’de havuzlu, bahçeli ve otoparklı alanlarda hayatlarına devam ediyorlar.

Maden ocağının kapanmasının ardından 30 yıl geçiyor…

Ani bir gelişme oluyor…

Beringen maden ocağının şirket hesapları kontrol ediliyor ve bir anormal durum fark ediliyor.

Emekli olan işçiler telefonla tek tek aranıyor...

Ölenlerin ise yakınları…

Pandemi başladığı ilk yıl madencileri ve ailelerini arayan yetkililer, “Biz kapanan maden ocağının mali hesaplarını kontrol ettik ve sizlere hatalı tazminatlar ödenmiş. Bu sebeple sizin hesabınıza 40.000 Euro yatırıyoruz ve sizlerden özür diliyoruz.” diyerek hesaplamaların devam ettiğini belki daha da para ödeyebileceklerini de belirtiyorlar.

Pandeminin zirvede olduğu günlerde bir daha arayarak bu sefer de 20.000 Euro gibi bir miktar ödeme yapılıyor. Yani madene değil, madeni çıkarana değer veriliyor.

Değerli maden terimi rafa kaldırılırken, değerli olan insan oluyor insan...

Peki Belçika’da maden ocaklarında yaşayanların kaderi böyle iken bizim ülkemizde çalışan madencilerimizin durumu nedir?

Maden işçilerimiz, teknolojiden uzak, güvenlik teknolojilerinden bihaber maden ocağı işletmecilerinin oyuncağı olmuş durumdadır.

Unutmadan bizde bir de Avrupa ülkelerinde olmayan bir kuruluş var.

‘Amele Birliği’

Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün madencilere verdiği önem neticesinde,yazdığı talimat ile 10 Eylül 1921 tarihinde TBMM’de çıkarılan yasanın 4. Maddesi referans gösterilerek, 22 Temmuz 1923 yılında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan ‘Amelebirliği Talimatnamesi’ ile Türkiye’nin ilk sosyal yardım kuruluşu olarak Ameleler Birliği kuruluyor.

Ankara’da Hoşdere Caddesinde ihtişamlı bir misafirhaneleri var ve kahvaltı dahil 60 liraya konaklama hizmeti verdiği konuşuluyor.

Maden şehitlerimize, Ameleler Birliği’nin yardım sandığından ne kadar yardım yapıldığı bilinmez ama kuruluş amacına uygun olarak maden işçilerinin sağlıklı ortamda çalışmasını tesis edemediği, madenin değil madeni çıkaranın değerli kabul edilmesiyle alakalı bir çalışma yapmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Madencilikte hataya yer yoktur çok iyi biliyoruz ama hata üstüne hata yapmayı da marifet olarak kabul etmiş gibi gözüküyoruz.

Kaynak: igf