“Başkaları vasıtasıyla iş yapma” sanatı dense de yönetimin; tam olarak hala ne olduğu konusunda bir fikir birliğine varıldığı söylenemez.
Yönetim işleri planlamak, organize etmek, koordinasyonunu sağlamak, kontrol etmek ve işleri yapacak kişileri motive etmek, isteklendirmek olarak görülse de insanları işler kadar yönetemediğimizi de bilinmesi gerekmektedir.
Yönetim işinde işleri yönetebilirsiniz ama insanlar yönetmek biraz zordur. Çalışanlar yalnızca liderler tarafından ilham verilmek ve yönlendirilmek isterler. 
Yönetim sanatların en eskisi olmasına karşın, bilimlerin en yenisidir. Yeni olan bir bilimin geçmişine baktığımızda yaşı insanların birlikte yaşamaya başlamasıyla kendini baş göstermiştir.
Ülkemizdeki yönetim anlayışına baktığımızda aile şirketleri ağırlıklı olduğundan işin uzmanları ne yazık ki belirli kademelerden öte gidememektedir. Nedenleri herkes tarafından bilinmekle birlikte hala insanlara yeterince güven duyulmamakta, yetkileri kimse paylaşmayı istememektedir. Dolayısıyla profesyonelleşme batılı ülkelere göre azdır. 
Son günlerdeki kavram kargaşası ise ülkemiz yönetim anlayışının ne kadar batı özentili olduğunu, kendi değerlerimizi ne kadar küçümsediğimizi ve yeterince üretken bir yapı gösteremediğimizin göstergesidir.
Özellikle Amerika’nın yönetim alanında kısa tarihine rağmen dünyanın önde gelen şirketlerine sahip olması incelenmesi gereken değişik bir olgudur. Bilim, teknoloji ve bilgi toplumuna geçişin bir yansıması olan bu şirketler ve güç kaynaklarına farklı bir yön verirken, bizlerin onları körü körüne taklit etmemiz, Amerika veya batı ne yapıyorsa doğrudur mantığı ise o kadarda yanlış ve tehlikelidir.
İş dünyasının genel dili İngilizce olması, İngilizce bir yapı ile şirketlerin yapılanması, CEO, Menager, Consultant, Coach, Departmant, Çözüm Ortağı, İç ve Dış Müşteriler, Outdoor, İn House’ler vs gibi kavramlar eski köye yeni adet getirmekten daha öte, bir düşünce, dil ve davranış erezyonundan başka bir şey değildir.
Bu topraklarda yaşayan insanlar yönetim tarzında dünyaya örnek bir sistem geliştirdiler. Dünyanın dörtte üçüne sahipken yönettiği topraklardaki olağanüstü yönetim anlayışı, örgütlenme modelleri şu an bile birçok yönetim bilimcinin ilgisini çekmektedir. Ahi’lik sistemi ne yazık ki şu an Toplam Kalite Olarak bizlere mucize gibi sunulan bir modelin çok çok üstünde bir sistem olmasına karşın bu toprakların ürünü olmasından dolayı yeterince ilgiyi görememektedir.
Kendini dünyanın jandarması olarak gören bir ülkenin Irak’taki kötü ve zalimce yönetimi kendini yönetim gurusu olarak gören bir ülkenin ve sisteminin iflasından başka bir şey olmamasına rağmen, “yabancı iyidir” hipnozu yüzünden yeterince gün ışığına çıkartılamamaktadır.
Bu hipnozun yansıması olarak kendi öz dilimizi küçümsemek, yabancı dilde unvanlar, sistemler oluşturmak, her yıl moda olan yönetim anlayışlarına takılıp kalmak, yeterince derinlik ve bilgiden yoksun olarak “taklitçi” bir zihniyete sahip olmak; olsa olsa ülkemizi, şirketlerini, insanlarını kolay yönetilen, yönlendirilebilen, bir duruma getirir ki, işte bu insanların kendilerine ve ülkelerine yapacakları en büyük kötülüklerden birisidir.

Özgün olmak, yaratıcı ve kişilikli bir tavır göstermek, sorunları bilginin, teknolojin, yardımıyla geçmişin bilgeliği ve geleceğin öngörüsü ışığında çözebilmek, insanı özgür kılmak ve yeterince büyük düşünmek yönetim olgusunun en önemli öğelerinden birisidir.

Yönetmeyi ciddiye almak gerekir. Tarihi olan, bu konuda derin ve değerli tecrübeleri olan ülkemizdeki bilgileri ve deneyimleri ise küçümsememek gerekir. Taklit belki gelişme döneminde gereklidir ama insan kendi olmadığında ve kendisi gibi davranmadığında her türlü yönlendirilmeye açıktır.

“Kendini yöneten dünyayı yönetir” der bir bilge ve kendini yönetmenin ise yönetimin en önemli ilkesi olduğunu ayrıca bilmek gerekir.