İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerinden birisi de farkındalık duygusu olduğunu söylesek herhalde abartmış sayılmayız.

İnsanın yaşama, başkalarına, çevresine, ve özelikle kendine ilgi duyması, yaşadığını fark etmesi ve yaşamı merak etmesi önemli bir olgu.
Farkındalık başlayınca bir kere insan sonsuza uzanacak olan soruları kendine sormaya ve bu soruların yanıtını aramaya başlıyor.
Soru sormak, yanıt almaktan daha heyecanlı ve daha ilginç kılıyor insanı. Belki de sorular yanıtların kendisi olmaya başlıyor karşılıkları olmada bile…
Farkındalık başlayonca daha önceki öğrenimler, inançlar, değerler anlamını yitiriyor ve yeni bir gelecek başlıyor insan ve oğulları için
Bu sefer yolculuk başla duygu ve coşkuyla yapılıyor. Acı rafa kalkıyor. Merak her şeyi doldurmaya ve bilgi ile insan kendisinin efendisi olmaya başlıyor.
Dolayısıyla daha önceki koşullanmalara karşı koyuyor ve insan yüreğiyle hareket etmeye başlarken, aklı ise “daha yaşanacak çok şey var ve daha sorulacak çok sorular var” diyerek yolculuğu ıstıraplı ama yinede heyecanlı bir serüvene dönüştürüyor.
İnsan kendini işine, aşına ve aşkına taşıdığında daha bir farkındalıkla yapıyor yapacaklarını. Üretimleri daha verimli ve lezzetli oluyor. Ve kendisi fark yaratıyor etrafında. 
Neyi, niçin ve nasıl yaptığını biliyor. Kim olduğunu, ne yapacağını, ne kadar yapacağını, nerede duracağını biliyor ve bildikçe daha bilmek isteyerek yolculuğuna bilgece devam ediyor.
Bulunduğu yerde her şeye rağmen fark yaratmayı bilerek ve isteyerek seçtiği için ona lider diyorlar doğal olarak…
Gücünü ise kendinden, tecrübelerinden ve bilgeliğinden alıyor. Makam, ün ve şöhreti ise fazla önemsemiyor. Kendini yönetim organizasyon şemasındaki kutulara hapsetmiyor. Her zaman özgün, özgür ve doğal davranıyor.
Kendisi olmayı seçtiği için, başı dik, alnı açık geziyor. Ve farkına varıyor ki, özbilinç denilen bu farkındalık kendisine yol gösteriyor.
Başkalarını, yaşamı merak ediyor doğal olarak. Onlarla köprü kuruyor. Öz bilinci gelişip farkındalığı arttığı için özsaygı kendiliğinden yeşermiş oluyor.
Öz bilinç kendini özsaygının kollarına bırakıyor. Özsaygı ise özgüvene kapı açıyor. Özgüven ise özdisipline, özdisiplin ise öz motivasyona yelken açıyor.
Sonunda öz verimlilik artmış oluyor doğal olarak. Özverimlilik artışı ise önce insanın kendisini sonra da, başkalarını beslemeye başlıyor artarak…
İşe kafasını gömmüş, işinden başka bir şey düşünemeyen, fark etmeyi erteleyen bireyler, bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlıyor ve öz farkındalığını yitirmeye başlıyor hızlıca. Özfarkındalık yitirilince de cümle kalıpları “istiyorumdan” “mecburuma” dönüşmeye başlıyor. Zorunluluklar artıkça hatalar, krizler, yanlışlar insanı sarmaşıklar gibi sarmaya başlıyor.
Derin uykular yok oluyor ve insan kendi üzerindeki kontrolü kaybetmeye başlıyor. Baharın kokuları, leyleklerin göçleri, güzel yemeklerin tadları es geçilirken, farkındalık dilini yitiren insan doğanın hızla yok edilişine, sokakların kirlenmesine, sokakta yaşamaya zorlanmış ve sevgisizlikten evden uzaklaştırılmış çocuklara “sokak çocukları” damgası ile kendini inkar etmeye, yaşam hakları ellerinden alınarak, kıstırılmış bir şekilde sokakta kendi haline terk edilen hayvanlara, ezilenlere, itilenlere duyarsız kalabiliyor.
“Değdimi bunlar” diyeceği ana gelinceye kadar sahte bir mutlulukla yaşıyor. Bakıyor ki geriye ya da ileriye, bir arpa boyu kadar yol gitmemiş aslında.
Pişmanlıklar başlıyor gözlerde yaşlar, kalplerde sızılarla. “Büyük” belki ama içinde “küçücük” kalarak…
Fark ediyor ki yaşamak aslında değer verilmesi gereken bir şey. İnsanın başına konan bir talih kuşu sanki.
Fark etmeli insan yaşamayı ve gerçekten yaşamayı da önemseyerek…